"Enter"a basıp içeriğe geçin

Ay: Ağustos 2011

Şike, futbol kapitalizminin doğal sonucudur

Bir Pazar sabahı ansızın başlayan şike soruşturması, futboldaki usulsüzlükleri bir anda ülkenin gündemine taşıdı. Konuyu dezenformasyonla bulandırılmış sulara hiç girmeden konuyu anlamlandırmak mümkün, yalnızca şu anda olan bitene değil, meselenin kavramsal arka planına bakmayı gerektiriyor. Şunu söyleyerek başlamak lazım; şike dediğimiz şey futbolda sonucu etik dışı olarak belirlemenin sadece bir yöntemi ve tıpkı diğer yöntemler gibi mevcut futbol düzeni içerisinde kesinlikle bir anomali değil, aksine onun doğal bir sonucu. Bu yüzden şikenin oluş şekli ve aktörlerinden ziyade onu yaratan koşullara bakmak çok daha mantıklı.

Teşekkürler Nejat, Hvala ti Ceca!

Futbol gündemine bakınca insanın içinin açılmasına imkan yok. Kulüp başkanlarının hapiste olduğu, onlarca yöneticinin, futbolcunun, antrenörün Disiplin Kurulu’na verildiği bir ortamda ligler hiçbir şey olmamış gibi oynatılacak, sırf yayıncı kuruluş topu dikmesin diye. Hakkında ?başka kimsede yok ki bu kadar delil-melil, sonuç? denilen takımlar bile o ligde elini kolunu sallaya sallaya boy gösterecek, ne o delillerin hesabı sorulacak, ne delillerin varlığını ağzından kaçıranın. Şikenin hesabının bile şikeli görüldüğü ülkede HD yayınlar, 3D yayınlar, kamera açıları, parlak görüntüler, hamasi spikerler, fanatik yorumcular derken bu dava da futbolun adaletiyle beraber kanalizasyona karışacak. Her türlü izan duygusunu kaybetmiş fanatikler takımlarına, büyük başkanlarına dokunulmamış olmasının mutluluğuyla ortada dolanırken, futbol dünyasının şaibeli aktörleri milyon dolarlarına kavuşmanın sevincini yaşarken, gerçek futbolseverler biraz daha tiksinecek tüm olan bitenden.

Yarattıkları canavardan korkuyorlar

Londra isyanları boyunca gerek İngiltere basını, gerekse Türkiye basınının kendine şehirli orta sınıfın siyasal yönelimlerini belirlemeyi şiar edinmiş temsilcileri ısrarla isyancıların lümpenliğinden ve isyanların spontane ve şuursuz olduğundan dem vurdular. Ana akım medya bir argümandan bu derece, iman tazeleme derecesinde bahsediyor ve ısrarla kitleleri buna ikna etmeye çalışıyorsa, o argümanı bir kurcalamak gerekir. Zira medyanın insanların kafasında hiçbir kuşku kalmayıncaya kadar ısrar ettiği bir şey genelde başka bir gerçeği gizlemekte kullanılır. Medyanın sevdiği taktiklerden biri “gösterirken saklamak”tır. Bir şeyi o kadar çok gösterirsiniz ki kadraja girmesi gereken başka şeyler ortadan kaybolur. Bu yüzden de ana akımın dayattığı “gerçekler”, argümanın kuvvetliliğiyle değil, sunulma frekansıyla ölçülür.

Sopalı Türkler kimin kahramanı?

Orta sınıfın favori gazetelerinden Milliyet bugün alevli bir koca sürmanşetle çıkmış: ?Sopalı Türkler kahraman oldu?. Bu başlıktaki ?kahraman? ve ?Türk? anahtar kelimelerinin Beyaz Türkler?in Tanıl Bora?nın daha evvel tarif ettiği cinnet hâlini nasıl gıdıklamaya yönelik olduğunu görmek için müneccim olmaya gerek yok, zaten ben de basının motivasyonlarını dün burada yayımlanan yazımda tahlil etmeye çalıştım. Bu nedenle oraya fazla takılmayıp esasa geçmek istiyorum. Bu sürmanşetten bahsetmenin nedeni ise bana bu yazının temel konusunu vermesi; Sopalı Türkler kimin kahramanı?

Tottenham’daki eli sopalı Türk medyası…

Bizim memlekette Tottenham denince akla futbol kapitalizminin sirke çevirdiği İngiltere Ligi’nde oynayan Tottenham Hotspur takımı gelir. Aslında bu, dünyanın hemen her yerinde böyledir. Ancak geçtiğimiz hafta bu durum değişti ve Londra’nın bu göçmen mahallesi polis şiddetine karşı başlayan isyanla dünyanın gündemine oturdu. Türkiye’de ise basın, günlerce dört çocuklu Mark Duggan’ın silahını bırakıp teslim olurken polis tarafından katledilmesinden hiç bahsetmedi. Tâ ki, olaylar ?Türk mahallesi? olarak bilinen Haringey’e varana kadar…Tottenham isyan alevleriyle yanarken bizim medya, dükkanlarını göstericilere karşı sopayla koruyan Türkler’in yanında saf tuttu. Gösteriler ?çığrından çıkıncaya? kadar olayla hiç ilgilenmeyen basın, bir anda meseleyle ilgilenmeye ve hangi Türk dükkanlarının yağma edildiğinin seceresini tutmaya başladı. Öyle ki yayımlanan haberlerin birçoğunda kuyumcu dükkanlarının tek tek isimleri de var.

Kimilerine Mendes, kimilerine Melendez…

Gines Melendez, İspanya 19 Yaş Altı Milli Takımı’nın teknik direktörü. 17 Yaş Altı kategorisinde baş antrenör olarak, 19 Yaş Altı’nda ise bir altyapı efsanesi Juan Santisteban’ın yardımcısı olarak kazanmadığı başarı yok. Üç sezon önce Santisteban emekli olunca görevi devraldı. Bu sene takımı Avrupa Şampiyonu yaptı. Tek mağlubiyetlerini grup birinciliğini garantiledikten sonra yedek takımla karşısına çıktıkları Türkiye’den aldılar. Geri kalan rakiplerin çoğuna 4-5 gol attılar.

Melendez’i özel yapan başarıları, Avrupa ve Dünya çapında kazandığı kupalar filan değil ama. Onu özel yapan ne biliyor musunuz? İnsan olması. Şu son turnuvada Türkiye maçından sonra yemek salonunda tüm İspanyol oyuncuların rakiplerini tek tek tebrik edip salondan öyle çıkması. Bir önceki turnuvada takım finalde Fransa’ya kaybederken bitiş düdüğüne saniyeler kala gidip rakip antrenöre sarılması, hakkını teslim etmesi, şampiyon olamıyorsa şampiyonu ilk kutlayan olmak istemesi.

İspanya’da altyapı senelerdir Santisteban, Inaki Saez, Melendez gibi hocalara teslim. Yaşlı başlı bu adamlar hem kupaları topluyor, oyuncuları A takımlara hazırlıyor, hem de onlara insan olmayı öğretiyorlar. O milyon dolar eden oyuncular böyle yetişiyor.

Gelelim İspanyollar’ın saygıyla ellerini sıktığı bizim gençlere. Bizzat o takımda bulunan Atınç Nukan, yıllardır menajerlerin elinde oyuncak edilen büyük yetenek Muhammed Demirci ve A takımda alkış alan, Beşiktaş taraftarının üstüne titrediği Necip Uysal apar topar Jorge Mendes’in fonlarına devredildi. Hani şu Beşiktaş’ın durmadan oyuncu alıp zengin ettiği, şimdi bir de hiçbir kariyeri olmayan bir teknik direktörü aldığı Jorge Mendes. Yıldırım Demirören’in futbol dışı sektörlerde de iş ortaklığı kurduğu Jorge Mendes.