"Enter"a basıp içeriğe geçin

Bir küçük hava boşluğundan umut sığar mı içeriye?

İki gün önce Şili?deki o meşhur madende, o herkesten uzakta ve aşağıda mahsur ve mahrum bir hayatı yaşayan cesur adamların mecburi evinde bir heyecan vardı bütün ülkeyle beraber. Göçüğün hayata izin verdiği o küçücük alanda günlerdir yaşayan 33 işçi, Şili-Ukrayna maçını altmış santim çapında bir delikten aşağı sarkıtılan televizyon aracılığıyla izledi. Hayat mücadelesi veren insanlar, alt tarafı bir özel maçı, o hani televizyonda denk gelince göz ucuyla ve esneyerek baktığımız maçlardan birini izlese ne olurdu, izlemese ne olur değil mi? İşte öyle değil, öyle olmadığını anlatmak için yazılıyor bu yazı da zaten.

İrkilenler için hemen söyleyeyim, Simon Kuper?in her geçen gün biraz daha sakız edilen ve klişeleşen ?futbol asla sadece futbol değildir? önermesini dilime dolayıp dibi tutan temcit pilavına su katmak değildir niyetim. Aksine futbolun sadece ve sadece futbol olduğu varsayımından hareketle yazıyorum. Futbol, başka bir şey içermeksizin de var olabilen bir şeydir. Futbol, futboldur ve bu hâliyle hayatın bir parçasıdır. Bu aslen yuvarlak değil de küre olan top, kaleler, dikdörtgen saha vesaire çok farklı şekilde anlamlandırılabilir. Asıl mesele de burada başlar. Futbola bakışımızı, onu algılayışımızı belirleyen şey aslen hayatı anlamlandırış biçimimizdir. Yani futboldan anladığımızla hayattan anladığımız kaçınılmaz olarak örtüşür. Futbolu özel yapan da budur. Yani kendisinden fazla bir şey içermesi değil, aksine tüm yalınlığıyla ve çıplaklığıyla insanı insana gösteriyor oluşu. Futbol sahicidir, harbidir ve çoğu zaman bir insanın futbol topuna bakışından hayattaki gerçek motivasyonunu çözebilirsiniz.

Etrafımız çakal sürüleriyle çevriliyken, hayatta kaldığımız sürece onurlu bir yaşama sahip olmak mücadele gerektiriyor. Bunun içinde her şey var, futbol da var, siyaset de var. ?Futbolla siyaseti birbirinden ayıralım? maskaralığının ardına sığınanlar, bu meşin yuvarlağın etrafındaki dünyanın, kara para aklayan başkanlarla, bahis mafyalarıyla, şike yapan futbolcularla, ihalelere milyar dolarlar dökerken çalışanlarına aylarca maaş vermeyen medya patronlarıyla döndüğünü bilmiyorlar mı? Her şeyi bıraktım, bu hırs üzerine kurulan dünya, bu gözü dönmüşlük bir yerden tanıdık da mı gelmiyor?

Sizi bilmem ama benim için futbol hâlâ ve kaçınılmaz olarak bir mücadele. Çünkü çalışanının tuvalete gittiği zamanı bile paraya tahvil eden patronun, kendini yere atıp çaktırmadan hakemi kesen topçunun, oradan buradan haber aşırıp ?önemli olan karnın doysun, nasıl olduğu önemli değil? diye çakal çakal sırıtan gazetecinin gözündeki bakış birbirinden farklı değil. O yüzden futbol deyince ben hâlâ bir havalimanında iflas etmiş iki diz, majör depresyon ve alkol bağımlılığıyla kalakalmış Kelly Smith?in ayağa kalkıp elli metreden topu köşeye takmasını anlıyorum. Futbol benim için hâlâ Bryan Clough?ın Derby?deki galibiyeti, Leeds?teki yenilgisi ve tekrar Nottingham?daki galibiyeti. Ben hâlâ semt takımlarının da şampiyon olabildiği ve şampiyonların semt takımı olabildiği günlerin geri dönüşünü bekliyorum. Hâlâ şampiyonluk sevinçlerinin kırk bin kişiyle saha içinde yaşandığı, hoparlörlerden ?sahadan çıkın yoksa takım tur atmayacak? tehditlerinin savrulmadığı günleri özlüyorum. Bunların artık kalmadığını biliyorum ama hâlâ umut edebilmek için mücadele ediyorum. Çünkü futbolun da parçası olduğu hayat hâlâ ve kaçınılmaz olarak ertesi günün güzel olacağına inanmanın mücadelesi. Hepimiz fırtınanın sessizliği yırttığını hayal ediyoruz, ufuktan bir güneş doğduğunu. Hepimiz zincirlerimizi kırabildiğimiz bir dünyayı ve sabah uyandığımızda gökyüzünü görebilmeyi hayal ediyoruz. Şili?de ya da Türkiye?de…

İşte bu yüzden mücadele sürüyor. Bu yüzden bir kablonun ucunda yerin yedi kat altına ulaşan bir futbol maçı bu kadar önemli. Çünkü Dünya, Tarih ve Hayat, büyük harflerle başlasalar da hep küçük şeylerin gücüyle ayakta dururlar, Ernst Jünger?in dediği, rahmetli Ulus Baker?in bize ilettiği gibi…

Not: Otuz yıl önce Diyarbakır cezaevinde katledilen bir halkın bugün hâlâ utanmazca yok sayılmadığı, insanların sandık etrafında tepişen egemen fillere garnitür çimenler muamelesi görmediği ve yirmi altı soru için tek cevap istenmediği bir ortamda herhalde benim de bir oyum olurdu. Bu koşullar reva görülmediğine göre, önümüzdeki pazar beni lütfen rahatsız etmeyin.

* 10 Eylül 2010 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayımlanmıştır.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.