"Enter"a basıp içeriğe geçin

Bir yılbaşı muhasebesi…

Yılbaşı gecelerinin en az tombala ya da alkollü araç kullanımı kadar klasiği geride kalan yılın yarım yamalak muhasebesi ve yeni yıl için alınan kararlar. Kararlar kısmına pek girmiyorum, sonuçta yılbaşı da bir gün ve hayatınızdaki koşulları ne kadar değiştirebiliyorsa o kadar değiştirebiliyor. Olanlar, öyle olmaları gerektiği için, başka türlü olamayacakları için öyle olmaya devam ediyor, Marx’ın dediği gibi.

Aslında ben işin muhasebe kısmını da çok seviyorum diyemem. Yani benim aklıma muhasebe ya da öz hesaplaşma deyince Elveda Lenin’de kozmonot Sigmund Jahn’in Doğu Almanya hakkındaki o müthiş ama çok yalnız konuşması geliyor. Eğer dünyaya dair söyleyecek ?Sosyalizm duvarlar örmek ve o duvarlar arkasında yaşamak değil, mümkün olduğunca daha fazla insana ulaşmak demektir? gibisinden bir sözünüz yoksa, o muhasebe de ister istemez biraz cılız kalıyor.

Ama hayatımın şu anında ve şu koşullarda, belki Türkiye’ye ve hayatımın geride kalan bir yılına uzaktan baktığım bir yerde olmaktan, belki de kendime ait şu küçücük alanda yazıyor olmanın getirdiği samimi yalnızlıktan dolayı bu sefer bu kuralı bozacağım.

Geride kalan yıl, benim hayata 1-0 yenik başlayan kalbimin onarıldığı ve bana ikinci bir şansın ?aman bunu çar çur etme? diye tembihlenerek verildiği yıl. Dolayısıyla bu yılı çok kırgın kapatmamam gerekiyor. Ama bu hissettiklerimi söyleyemeyeceğim anlamına gelmiyor.

Son birkaç saatini yaşadığımız bu yılda, mesleğimi icra etme konusunda çok da umut veren şeyler yaşadığımı söyleyemem. Bu yıl öğrendiğim şeylerden ilki, internet gazeteciliği denen şeyin var olmadığı ve mevcut koşullarda var olamayacağı oldu. Bir kısmı 2010’a da taşan internet sitesi genel yayın yönetmenliği denememde gördüm ki, haber ya da spor içerikli ana akım internet siteleri hayatta kalmak için küçücük bir reklam pastasına piranhalar gibi saldırmak durumundalar. Reklam piyasası tamamen ?tık? ya da ?trafik? adı verilen internet reytingleri üzerinden dönüyor ve siz haberciliği filan bir kenara bırakıp bu rakamları yükseltmeye çalışıyorsunuz. Ürettiğiniz en doğru düzgün içeriğin hükmü ajanstan gelen ve herkesin kopyala-yapıştır yaptığı bir haberden fazla değil. Bir resim galerisinin günlerce uğraşılmış on tane müthiş dosyanın toplamından daha fazla trafik getirdiğini bilmek kalp kırıcı. Kendi yağında kavrulan siteler için belki durum başkadır ama ana akımda bu böyle. Bir noktadan sonra çocukları ağlamasın diye yemekten önce çikolata yemesine izin veren ve obez çocuklar üreten mutsuz ana-babalara dönüyorsunuz. Merdiven altı tekstil atölyelerine oldukça benzeyen koşullarda çalışan editörlerinizin karanlık, havasız, sevimsiz ortamlarda ancak kazanabildikleri üç kuruşu garanti etmeniz için bunu yapmanız gerekiyor. Bu noktada yapabileceğiniz iki şey var; ya bununla yaşayacaksınız, ya bırakacaksınız. Tahmin edin hangisini yaptım?

Bu sene içinde tek bıraktığım şey bu da olmadı. Yazdığım iki gazeteden de farklı nedenlerle ama kendi isteğimle ayrıldım. Bunlardan ilkinde olaylar benim kontrolümde değildi. Yayın politikasına çoğu zaman kesinlikle katılmadığım bir gazetede, spor servisindeki iyi niyetli dostların yüzü suyu hürmetine yazıyordum. ?Özgürlüğün çarpıntısı?nı kendi son model cipleri üzerinden kuran insanların yönettiği bu gazetede spor servisi yer yer asgari ücretin de altına inen maaşlarını aylarca alamamayı onurlarına yediremeyince ben de onlarla birlikte ayrıldım, benim gazeteyle tek kuruş para hesabım olmasa da. İkinci hikaye daha yeni, birçoğunuz biliyorsunuz zaten, daha fazla kurcalamak gerekli mi bilmiyorum. Tek söyleyeceğim BirGün benim için ilk günlerinde de içinde yer aldığım bir umut gazetesiydi. O umudun ne kişisel ahbap-çavuş ilişkilerine dokundu diye yazı sansürleyecek kadar hoyrat, ne de sansürü ?teknik hata? diye insanlara yutturmaya çalışacak kadar korkak bir kafa yapısıyla yaşatılabileceğine inanıyorum. Sonuç olarak iki ayrılık da, bir üst paragraftaki gibi zorunluydu, kendi yüzüme bakabilmem açısından.

Geride kalan yılın ne siyaset, ne de benim hasbelkader içinde bulunduğum spor dünyası açısından daha geniş ifade alanları bıraktığını söyleyebilirim. Gazeteciler olarak üzerimize kurulmuş ve yıllardır benzerini görmediğimiz baskı koşullarında yaşıyoruz. Yasalar ve onların uygulanışı üzerinden yaratılan çılgınlık, sansürden de korkuncu otosansürü getirmeye başladı. Dahası, bu koşullarda yapılabilecek en doğru şey her türlü ifade özgürlüğünü savunmakken, ?birlik ve bütünlüğe en çok ihtiyacımız olan şu günlerde? gibi Kenan Evren’den aşırma bahanelerle kendi içimizdeki farklı sesleri sindiren klanlar yaratabiliyoruz. Karşı çıktığımız baskıyı, kendi kendimize uygulamaktan çekinmiyoruz. Adil yargılanma, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi konularda insanların haklarını savunmak için onlarla aynı görüşte ya da dost-akraba olmamız gerekmediğinin ayırdında değiliz. Herkes için, en çok da bizim gibi olmayanlar için vermemiz gereken bir özgürlük mücadelesini cemaatvari ittifaklar üzerine dayamaya çalışıyoruz. Buna getirilen en ufak eleştiri egemenleşen bir hırçınlığı eyleme dökebiliyor.

Spor dünyasında da durum vahim. Burada da siyasi alandakilere benzeyen çarpık hukuki süreçler var ve orada yaratılan bütün anomaliler fazlasıyla bu alanda da mevcut. Spor alanında da insani haklarını savunduğunuz kimi insanları eleştirmeniz ya da kendinizi sınıfsal olarak ayrı yere koymanız, ağır bir tahammülsüzlük dalgasıyla karşılanıyor. Üstelik burada o insanlar egemen sınıftan ve onları ciddi bir fanatizm radyasyonuna maruz kalmış hırçın kitleler savunuyor. ?Başkanları?na laf ettiniz diye üstünüze yürüyenler, Vikash Dhorasoo’nun deyimiyle ?paradoksal olarak, aslında onlar için mücadele ettiğiniz kitleler.? Bu koşullarda futbolun kapitalizmin parasal ilişkileri kadar çıkar ilişkilerinin de oyuncağı olduğunu, sporun, özellikle de futbolun sınıfsal tahlillerinin özellikle bu zamanda yapılması gerektiğini anlatmanız pek kolay değil. Deneseniz de fanatiklerin isterik ezberleri arasında kayboluyor. Son altı ayda peydah olan fanatizm esnafı bu işin hem ekmeğini yiyor, hem yeni tohumlarını ekiyor.

Bunlarla daha ne kadar ya da nasıl mücadele edilebilir, tam bildiğim söylenemez. Üstte de belirttiğim gibi bu konularda yeni yıl kararları almayacağım. Olanlar, öyle olmaları gerektiği için, başka türlü olamayacakları için öyle olmaya devam edecekler. Tek bildiğimin, onları öyle yapan koşulları tümden değiştirmenin kolektif hayaline inanmaya devam edeceğimi söyleyebilirim ancak.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.