"Enter"a basıp içeriğe geçin

Efsane Değirmeni

Zenga, Gerets, Zico, Tigana, Rijkaard… Çocukluğumda gözüm dönmüş bir şekilde tamamlamaya çalıştığım çıkartma albümlerinden bana bakan genç yüzler bunlar. Ne Tigana?nın 86?da Rocheteau?yla, Giresse?le poz verdiği o resmin rengi soldu, ne Rijkaard?ın 88?de giydiği kendinden desenli portakal rengi formanın büyüsü azaldı. Zico, hâlâ çember sakallı Socrates?in arkadaşı, Gerets hâlâ Scifo?nun yoldaşı. Zihnim, çocukluğumun rüya takımının kuyruğuna teneke bağlandığını reddediyor. Bu adamlar hiç yaşlanmadılar, Türkiye?ye hiç gelmediler, altı ayda ?kredileri tükenmedi?. Kafamın içinde bir yerde, Azteca?nın güneş vuran çimlerinde, yarı siyah-beyaz, yarı renkli dans ediyorlar hâlâ meşin yuvarlakla.

Futbolun tüketim toplumunun bir parçası hâline ne kadar geldiğini hiçbir şey insanları tüketme şeklimiz kadar iyi açıklamıyor. Koca bir kariyer, yıllarca harcanmış emek, devasa bir birikim, altı ayda renkli-janjanlı-vıcık ?kovun bu adamı? başlıklarına indirgeniyor. Ben kendi adıma o cesareti (ya da cüreti diyelim) bulamıyorum açıkçası. Bana futbolu sevdiren adamlara o kadarcık da olsa bir hürmetim var.

Yine kendi çocukluğuma gideyim, duvarlarımı süsleyen Beşiktaş onbirini sayayım size, tereddüt bile etmem sayarken. Ne Ulvi?yle Kadir?in Gökhan?ın ne tarafında durduğunu unuturum, ne Şenol?un Zeki?yi nereden ceza sahasına kaçırdığını. Bakın gidelim bir gün İnönü?ye (pardon Fi-bilmemne Stadı?na) Walsh?un soldan ortayı hep tam nereden kestiğini, Feyyaz?ın arka direğin neresine sarktığını, Rıza?nın penaltıları direğin neresine çarptırıp attığını göstereyim. Yalnız Beşiktaş mı? Cüneyt?le İsmail Galatasaray?da nasıl oynar, Savaş Koç serbest vuruşu nasıl atar, Prekazi?nin tozlukları bileğinin neresindedir, milimetre sektirmem. Fener?de Schumacher?in kazağı ne renktir, Rıdvan Altay maçında plaseyi bırakıp kaleye bile bakmadan nereye koşar hepsini göstereyim. Ne Gordon Milne?nin lacivert eşofmanı ve İngilizce açıklamalara yerli-yersiz sokuşturduğu Türkçe kelimeler çıkar aklımdan, ne Veselinoviç?in Beşiktaş maçları öncesi fotoğrafçılara yapmaktan bıkmadığı ?beş? işaretleri.

Hani futbolun bu tarafını küçümsemeyi çok matah bir şey sananlar var ya. İşte futbolu yaratanın ve anlamlandıranın bu hafıza olduğunu görmüyorlar. Futbolu kullan-at nesnesi olmaktan çıkaran şey, onu bir sürü anıyla ve duyguyla kodlamış olmamız. Futbol, hâlâ ve neyse ki, her daim en güçlü, en zengin, en muktedir olanı şakşaklamaktan çok daha ötesi. Ama bunun kaybedilmekte olan bir savaş olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Rijkaard?ın apar topar gönderilişi açıklandığında beni en çok üzen şey, sarı-kırmızı beresini (ama illaki lisanslı olacak, taraftarlığınızın faturası yoksa hükmü de yok çünkü) takıp Ali Sami Yen?e (ya da İsmilazımdeğil-Arena?ya) gelen çocuğun Rijkaard?ın, Neeskens?in kim olduğunu bile anlayamadan her şeyi unutacak olmasıydı. Tıpkı Skibbe?yi, Gerets?i unuttuğu gibi. Şu takımdan son on yılda Bülent Korkmaz ve Hagi gibi iki efsane geçti. Biri ışık hızıyla kulübeye konup geldiği gibi gönderildi, öbürüne Galatasaray hocasız kaldığında stepne rolü layık görüldü. Galatasaray yönetimi, isterik futbol kamuoyuyla birleşerek yapabileceği en kötü şeyi yapıyor ve taraftarı takımına, kulübüne yabancılaştırıyor. Benim çocukken Gordon?un eşofmanının rengiyle kurduğum bağı şimdiki çocuk neyle kuracak? Birkaç senede çalışılan on kadar teknik adamla, ortalama üç ila altı ay arası kalan yabancılarla; haysiyetiyle oynanan, inatla ve zorla Metin Oktay?ın ayakkabıları giydirilmeye çalışılan ve her eğreti durduğunda aslanlara atılan gencecik bir kaptanla kurulan bağ nasıl bir bağ olacak? Hafızasında hatıra namına ne kalacak?

Bu hafta içinde olan en güzel şey, Fatih Terim?in Galatasaray?ın teklifini kabul etmemesi oldu. 20 yaşında kapısından girdiği, tarihinin en büyük sportif başarısını yaşattığı kulüpte efsane değirmeninin parçası olmayı, ?hocasız kaldık, Fatih Hoca halleder? cümlesinin tümleci olmayı şu veya bu nedenle reddetti. Parçalı, reklamsız formayla poz veren kaptan ve Kopenhag?da herkesi sözün bittiği yere getiren adam olma unvanlarını takas etmedi. Seversiniz, sevmezsiniz bilemem ama Fatih Hoca?nın şu kulüpte efsane olarak hatırlanmak istemeye hakkı herhalde herkesten fazla vardır. Bize saygı duymak ve alkışlamak düşer.

*22 Ekim 2010 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayımlanmıştır.

Tek Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.