"Enter"a basıp içeriğe geçin

‘Kendine Müslüman Kardeşler’in bi’ çay koyamayan devleti…

“Kahvaltı verdiğimiz yerler, veremediğimiz yerler var. Kahvaltılık ürün, çay, şeker istiyoruz. Özellikle hayır sahiplerinden, vatandaşlarımızdan bu tür destekler istiyoruz.”

Sevgili okuyucu. Yukarıda okuduğunuz alıntı, deprem bölgesinde çaresiz kalmış bir mahalle muhtarının ağzından çıkmıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 13 Mart 2023 tarihli basın açıklamasında diyor bunu. Şu üç cümle ki devamı da var aslında, Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihinde en aciz kaldığı dönemi belgeliyor.

Devletin bir otopsi raporu olsa adli tıp uzmanı herhalde tıpatıp şöyle yazardı: ‘Kahvaltılık ve çay için vatandaşlara avuç açmak suretiyle ölümü gerçekleşmiştir.’

Haşa huzurdan, devletimizin sabıka kaydı hep biraz kabarıktı, ama “Çay getirin, biz veremiyoruz” dediği, üstelik bunu en ufak bir utanma, sıkılma belirtisi göstermeden söylediği bir dönem daha olmamıştı sanırım.

Bu ara çok moda, birtakım libertaryen görüşler ortaya atılabilir; ‘Çayı da mı devlet verecek, devletin küçülmesi gerek‘ gibisinden. Kamu hizmetinin başka bir şeyle (özel sektör, yardım vs.) ikâme edilmesine kategorik olarak karşı çıkmakla beraber, bunu iyi kötü tutarlı bir argüman olarak kabul edip tartışabilirdik, eğer mevcuttaki idare kafamızı 2015 Haziran’ındaki seçim mağlubiyetinden beri ‘büyük devlet, güçlü devlet‘ teranesiyle ütülemiyor olsaydı. Hatta direkt yukarıda çay, çorba isteyen Soylu’dan alıntı yapayım: “Almanya gibi bizden çok daha zengin ülkelerin afetlerde nasıl yönetim zafiyeti yaşadığını gördük. Tüm bu göstergelerle hatırladık ki, büyük devlet olabilmek sadece para ve silahla ilgili değil, esas itibarıyla bir yönetim kabiliyetiyle ve köklü bir devlet geleneğiyle ilgilidir.” (10 Ocak 2022 tarihinde makamında yaptığı konuşmadan).

Dilerseniz, ben size önce bu büyük devlet takıntısının kısa ve acıklı tarihçesini, daha sonra da mevcuttaki parti-devlet ara rejiminin ‘büyük devlet‘ten ne anladığını biraz anlatayım. Anlatayım ki “İtibardan tasarruf olmaz” ile ‘Kahvaltı veremediğimiz yerler var” cümleleri aynı bağlamda nasıl durabiliyor, anlayalım.

Benim Gezi zamanları, yani şimdiki parti-devlet hâline gelmezden evvel, AKP’ye taktığım bir isim vardı; ‘Kendine Müslüman Kardeşler‘. Gezi’nin haklı demokratik taleplerine karşı sırtı duvara yapışan dönemin başbakanı Erdoğan’ın çareyi meseleyi kültür savaşına dökmekte bulması ve bunu yaparken de o dönem sıkı fıkı olduğu Müslüman Kardeşler hareketinin Mısır ayağının yaşadığı baskıyı, sanki Geziciler yapmış gibi, Gezi’nin karşısına sürmesi üzerine çıkmıştı bu şaka. O dönem Erdoğan miting miting geziyor, Mısır’daki Rabiatü’l Adeviyye meydanında devlet tarafından katledilen Esma el Biltaci’nin anısını ve eylemcilerin Rabia işaretini, kendi hikayesine uyarlıyordu. Gerçi Türkiye’de devlet kendisi, meydan Gezi, Esma da Berkin’di aslında ama olsundu. Önemli olan, Gezi karşısındaki yenilgiye karşı ‘kendi yüzde ellisi‘ni zinde tutmaktı.

Zamanla konjonktür değişti, söylem de beraberinde değişti. Orijinal Müslüman Kardeşler, bizim Kendine Müslüman Kardeşler’in kardeşliğini de kendine Müslümanlığını da yaşayarak öğrendi. Önce Mavi Marmara kurbanlarının anısı İsrail’e 20 milyon dolar karşılığı satıldı, sonrasında Cemal Kaşıkçı’nın katledilmiş bedeni Suudilere ve en son da Mısır’daki İhvancılar Sisi’ye.

Rabia, artık yalnızca kökten İslamcı gruplara pazarlanan bir ajitasyon olarak kalırken, kitlelere sallanan dört parmağın anlamı birdenbire, ‘tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet‘e dönüşüverdi. Zira İslamcılığın kudreti sandıkta yüzde 50’ye yetmemiş, Haziran 2015’te koltuğun güme gitmesine ramak kalmıştı. Gerek yenilgiye sebep olan Kürt hareketinden intikam almak için, gerekse AKP’nin koltuk değnekliğine razı gelen MHP’nin gönlü olsun diye ülkücü devlete taparlığına meyil de o zaman başladı. Rabia’nın insanın ağzından ister istemez Almanca çıkacak gibi olan tekçi slogana dönüşümü de o ara gerçekleşiverdi.

Zamanla MHP’nin ve derin devletçi ulusalcıların yedeklenmesiyle ite kaka kurulan ara rejim, devlete taparlığa çok daha kullanışlı işlevler yüklemeye başladı. Zaten toplumda alıcısı her daim olan devlet miti, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasında ve her hesap sorma girişimine karşı kullanılmaya başladı. Parti-devlet ara rejimini ‘şahsı‘nda cisimleştiren Reis’in yürütmeye dair her işlemi yetkisine alması da, hiçbir işlemin hesabını vermemesi de, gitti geldi ‘büyük devlet‘e bağlandı. Ülkenin her köşesinde biten saraylar da, elin yabancı devletinin niyeyse armağan ettiği uçaklar da ‘devletin itibarı‘na bağlandı.

Oysa İslamcılar, hareketlerinin tarihinde devletperverliğe o kadar da meyletmemişti. Her ne kadar anti-komünizm üzerinden zaman zaman ittifaklar kurulsa da AKP öncesi devlet, İslamcıları hep tehdit gördü, İslamcılar da devleti. Bu aralar elinde uzun bir pazarlık listesiyle AKP Genel Merkezi’nin önünde dolaşan Fatih Erbakan’a sorun mesela, babasının devletle ilgili vaktinde ne düşündüğünü anlatsın, tabii işine gelirse.

Bugün ise AKP’nin söylemini de tabanının motivasyon kaynaklarını da ülkücülerinkinden ayırmanın imkanı yok. İki taraf arasında, ‘Başbuğ sizden, ideoloji bizden‘ gibisinden bir ittifak kurulmuş durumda. Ulusalcılar da arada söyleme cila çekiyor.

Ülkücülüğü, devletperverliği AKP’nin dilinden çıkarınca, geriye kalanlar Soylu’nun dağıtamadığı çayın tabağını bile doldurmuyor. Ülkücülerin anladığı devlet de höt zöt yapma ve racon kesme üzerine kurulu. Bütçesini, maaşını kamudan alan bir otopark mafyası özetle…

Diğer taraftan, bu kadar hesapsızlığın, hoyratlığın, yolsuzluğun devleti de getirdiği bir yer var. Devleti şirket gibi yönetmeye gelenlerin, bakkal dükkanının kasasına oturtulmaya dahi ehliyetinin olmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Parti-devlet garabeti, yürütmeyi yürüyemez hâle getirmiş vaziyette. Bütün devlet aygıtı, bir kişinin ağzına bakıyor. O aygıta doldurulan ‘bilen değil bizden‘ tayfası ise iki ay sonra yaşayacağı felaketten milletvekili dokunulmazlığıyla kurtulmanın derdine düşmüş vaziyette.

Bir haftaya kamu istifaları başlayınca, idareyi de herhalde devlet dairelerindeki çaycılar yönetecek. İyi olur aslında; en azından çay vermeyi biliyorlar, depremzedeye bi’ çay bile koyamayan Kendine Müslüman Kardeşler’in aksine. 

İlk olarak https://www.diken.com.tr/kendine-musluman-kardeslerin-bi-cay-koyamayan-devleti/ adresinde yayımlanmıştır.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.