"Enter"a basıp içeriğe geçin

Ligue 1: Taşra merkeze kafa tutuyor!

Fransa için vatandaşları çoğu zaman ?Paris ve diğerleri? der. Kuşkusuz Parisliler başka, taşralılar başka imâlar yükler bunu söylerken. Gerçekten de merkeziyetçiliğin de merkezi varsa dünyada, burası Paris olsa gerektir. Ne olursa Paris’te olur, oradan yayılır. En köklü devrimlerden, en uçucu modalara kadar genellikle böyledir bu. Söz konusu futbol olduğunda da meşin yuvarlağın ülkedeki ilk muhitini Paris’in sokaklarında aramak gerekir. Ancak ?canının olmasıyla? ve canının istediğini yapmasıyla meşhur futbol topu, ülkeye girdiği andan itibaren hep merkeziyetçiliğin aksi yönüne kürek çeker. Eğer Fransa’da çevrenin merkeze karşı borusunun öttüğü bir saha varsa, mutlaka o sahanın rengi yeşildir. Her şehrin takımının olduğu ve herkesin kendi takımına gönülden bağlı olduğu Fransa’da, ortaya çıkan lig de tam anlamıyla bir mozaiktir. Bu nedenledir ki, insanın aklına gelmeyen başına Fransa Ligi’nde gelir.

İlk maç 1892’de oynandı
Fransa’da kayıtlara geçen en eski futbol maçı 1892’de oynanır ve oynayan iki takım, kaptanlarının adını taşır. Cotton’un takımı Haymann’ın takımını 6-0 yener. Yıl içinde pek çok yeni futbol takımı kurulur ve kulüpleşmeye başlarlar. Bir sene sonra, Fransız Atletik Spor Kurumları Birliği (USFSA) ilk şampiyonayı düzenler. Paris’tekiler kendilerini Fransa şampiyonu ilan ededursun, ülkenin diğer bölgelerinde de futbol ateşi çoktan yanmaya başlamıştır. 1895’te ilk kez Bordeaux’da bir şampiyona oynanır. Bir yıl sonra ise Normandiya bölgesinden Le Havre, Paris’e gelerek başkentin şampiyonuna ülke şampiyonluğu için meydan okur. Ancak USFSA karşılaşmayı kabul etmez. 1897 yılında ise ilk profesyonel şampiyona oynanır. Bir yıl sonrasında Le Havre yine Club Français’le final oynamak üzere Paris’e gelir. Bu kez de başkent ekibi kendi bölgesinde lig dahi olmayan bu kulüple oynamayı reddeder. Böylece kupa Paris dışına ilk kez final maçı oynanmadan çıkmış olur. 20.yüzyıla girildiğinde ise artık Fransa’nın her yerinde bölgesel şampiyonalar vardır. Toulouse, Lyon, Lille, Marsilya artık birer futbol şehridir. Fransa fiampiyonası artık bölge şampiyonlarını biraraya getiren ve eleme usûlü oynanan bir turnuvaya dönüşmüştür. Ülke Birinci Dünya Savaşı’ndan çıktığında ise bu şampiyona yerini Fransa Kupası’na bırakacaktır.

Lig 1932’de başladı
Savaş sonrası dönemde Fransa Kupası giderek daha çok ilgi çekmeye başlamıştır. Başını Red Star’ın çektiği Paris kulüplerine her sene Marsilya ve FC Lyon gibi kulüpler meydan okumaktadır. Bu dönemde yerel şampiyonları bir ulusal ligde bir araya getirme fikri ilk kez ortaya atılır. Ancak ligin statüsü konusundaki tartışmalar altı yıl boyunca sonuca bağlanamaz ve ilk ulusal ligin oynanması 1932’ye kadar gecikir. Bu arada daha önce denemeleri yapılan profesyonellik de artık kurallara bağlanmıştır. 1932-1933 sezonunda çift gruplu, deplasmanlı ve çift devreli oynanan ilk Fransa Ligi’ne yirmi takım katılır. Kuzey takımları Lille ve RC Paris’i güneyden Marsilya ve Cannes zorlar. Finalde Cannes’ı 4-3 yenen Olympique Lillois lig şampiyonluğunu kazanır. Bu kulüp gelecekte günümüzün güçlü ekibi Lille’e dönüşecektir. İkinci Dünya Savaşı ülkenin kapısını çalana kadar toplam yedi sezon oynanır. Bu yedi sezonda hiçbir takım üst üste iki kez şampiyon olamaz. Dört yıl arayla da olsa ikinci şampiyonluğu ilk kez tadan kulüp ise FC Sochaux’dur.

İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa’daki her şey gibi futbol da ağır hasar alır. Nazi işgâline karşı direnen Bordeaux gibi bölgelerde lig mücadeleleri yapılabilmektedir ama Nazilerle işbirliği yapan Vichy Hükümeti’nin yönettiği bölgelerde ligin şekli değişmiştir. Amatörlüğe geri dönüş ve savaş koşullarıyla beraber buralarda oynanan liglerden bir şampiyon çıkarmak mümkün olmaz. Çünkü onlarca maçın sonucu masa başında belirlenmiş, sahada oynanan maçların skorlarının yerini hükmen 3-0’lar almıştır.

Lille başlangıçları sever
Savaş sonrasında Fransa’da lig tekrar normale döner. 18 takımlı tek grup halinde oynanan 1945-46 sezonunun şampiyonu yine Lille olur. Bu arada Nice ve Reims gibi Fransa futboluna damga vuracak kulüpler de isimlerini duyurmaya başlamıştır. Bunlardan başkent Paris’e en yakın olanı Stade de Reims, 1950’li yıllardaki en ciddi rakibi olan Lille’le beraber üç şampiyonluk elde eden ilk takım olur. Raymond Kopa ve Just Fontaine gibi isimler yalnızca Reims’i ve Fransa’yı değil dünyayı da etkilemeye başlamıştır. Ancak Kopa’nın Real Madrid’e transferi ve 13 golle Dünya Kupası gol krallığını da elde eden Fontaine’in futbol hayatına son veren sakatlığıyla beraber Reims’in dönemi 1960’lara varamadan sona erecektir. Bu arada ülke futbolunun ekseni de yavaş yavaş güneye kaymaya başlamıştır. 1960-61 sezonuyla beraber şampiyonluk yalnızca başkentin kıta sahanlığından uzaklaşmakla kalmaz, Fransa’nın da dışına çıkar. Ambleminde Monako Prensliği’nin tacını taşıyan AS Monaco, Fransa futboluna fırtına gibi girer. Ancak ?Monegasklar?ın bu rüzgârının hızı erken kesilecektir, çünkü daha önce çok fazla başarı yaşamamış iki kulüp büyük bir patlamaya hazırlanmaktadır; AS Saint Etienne (ASSE) ve FC Nantes (FCN).

St. Etienne-Nantes çekişmesi
1960’lı yıllarda Saint Etienne’e karşı durabilen tek kulüp Brötanya bölgesinin takımı FC Nantes’dır. Yeşil-sarılı ekip, St. Etienne’in tarihindeki ikinci şampiyonluğu kazandığı 1963-64 sezonunda ilk kez Birinci Lig’de mücadele eder ve sekizinci olur. Ancak Jose Arribas’ın çalıştırdığı ?Kanaryalar?ın gözü çok daha yükseklerdedir. Sıkı bir Bill Shankly hayranı olan Arribas, daha İkinci Lig’deyken takımını Liverpool’la maç oynamaya götürmüş, FCN’den Fransa’nın Liverpool’unu yaratmaya karar vermiştir. Nitekim, sonraki iki sezon oynadığı hücum futboluyla Nantes, Fransa Ligi’ni şampiyonlukla tamamlamayı başarmıştır. Bu dönemde Kanaryalar, en çok Bordeaux ile mücadele vermiştir ama asıl büyük rakip dipten ve derinden gelmektedir. Rengini Loire Vadisi’nin yeşilinden alan St. Etienne, Fransa futbolundaki ilk gerçek hanedanlığı kurmak üzeredir.

1930’lu yılların sonunda yeşil renkli formayı giyen Jean Snella’nın teknik direktörlüğünde şaha kalkan St.Etienne, Nantes’la beraber futbolseverlere müthiş bir rekâbeti yaşatmaya başlayacaktır. Rachid Mekloufi, Aime Jacquet, Robert Herbin ve Fransa futbol tarihinin büyük golcülerinden biri olan Herve Revelli’ye sahip St. Etienne, 1965-66 sezonunda yıllar sonra ilk kez FCN’ninkine eşdeğer bir hücum performansı sunar. Sezon sona erdiğinde St. Etienne 82, Nantes ise 81 gol kaydetmiştir. Bu iki takımdan sonra en çok gol atan Angers’in ise ancak 66 golü vardır. Fakat o yıl şampiyonu belirleyen hücum değil defans performansı olur. Halen Fransa futbolunun en iyi 100 oyuncusu arasında sayılan Georges Carnus’ün eldivenleri St. Etienne’i şampiyonluğa taşır. St. Etienne, Nantes’dan 14 gol az yiyerek dört puan farkla zafere ulaşır.

St. Etienne ligde tek başına
Bu yıldan sonra Arribas’a yöneltilen ağır eleştirilerle beraber Nantes düşüşe geçer ve St. Etienne’i zirvede yalnız bırakır. Sonraki üç sezonda farklı ekiplerle mücadele eden yeşil-beyazlı ?Stefanualar?, bu mücadelelerin hepsinden galip çıkar ve lig tarihinde ilk defa dört kez üst üste şampiyon olan takım unvanını alır. St. Etinne’in bu seriyi bugün bile kırılamayacak bir rekora dönüştürmesini ise Josip Skoblar’ın golleriyle zirveye tırmanan Marsilya engeller ve iki sezon üst üste şampiyonluğu alır. Ancak St. Etienne’in altın çağı henüz sona ermemiştir. Kaleci Curkovic, Rocheteau, Santini gibi yıldızlarla tekrar yükselişe geçen ekip, 1973-76 yılları arasında üç kez şampiyon olmakla kalmaz, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda da bir kez final, bir kez de yarı final oynama başarısını elde eder. Ancak ikisinde de Beckenbauerli Bayern’e elenmekten kurtulamaz. Belki de takımın en büyük şanssızlığı Nancy formasıyla günden güne daha fazla hayran edinen genç oyuncu Michel Platini’nin henüz kadroya dahil edilememiş olmasıdır. Platini gelene kadar St. Etienne bir kez daha şampiyon olamaz. Arada Nantes ve Monaco’nun yanı sıra Strasbourg da ilk şampiyonluğunu elde eder. 1979 yılında St. Etienne, bir kez daha yükselişe geçmek ve bu kez hayalini kurduğu Avrupa başarısını da gerçekleştirebilmek için büyük bir transfer hamlesine girişir. Platini’nin yanı sıra sonradan adına St. Etienneli grup Mickey 3D tarafından bir şarkı da bestelenecek olan Hollandalı Johnny Rep transfer edilir. 1980-81 sezonunda bir kez daha Nantes-St. Etienne rekabeti yaşanır ve kazanan yeni takviyelerin etkisiyle St. Etienne olur. Ancak rüzgâr yavaş yavaş tersten esmeye başlamıştır. Kendisinden Avrupa’da şampiyonluk beklenen St. Etienne, bir sonraki sezon daha ön eleme turunda Dinamo Berlin’e elenir. Ligde de son haftaya kadar götürülen şampiyonluk mücadelesi Monaco’ya kaybedilir. Taşıma suyla değirmen dönmemiş, büyük umutlarla getirilen yıldızlar da Avrupa’nın dev ekiplerine kaptırılmıştır. 80-81’deki şampiyonluk St. Etienne’in son şampiyonluğudur. Geride kalan 15 seneye damgasını vuran yeşil-beyazlıları önlerindeki 15 senede bekleyenler, hiçbir Stefanua için ne inanılır ne de kabul edilir değildir. Mâli krize giren St. Etienne uzun yıllar Ligue 2’de mücadele edecek, yeşil-beyazlı taraftarların ?futbol sözkonusu olduğunda Lyon, St. Etienne’in banliyösüdür? sözüyle andıkları ve o güne kadar ciddiye bile almadıkları Olympique Lyon ise bir Avrupa devi olma yolunda adımlar atacaktır. Ancak seksenlerin başında Lyon için bu başarılar henüz hayalden öteye gitmemektedir. Zira takım 1983-84 sezonunda küme düşecek, toparlanma dönemi ise ancak 90’larda başkan Jean-Michel Aulas’ın duruma el koymasıyla başlayabilecektir. şimdilik gün başka takımların günüdür.

Bordeaux ve Marsilya devirleri
1980’lerin ilk yarısı sözkonusu olduğunda ismi başarıyla anılan kulüp kuşkusuz Girondins de Bordeaux olacaktır. Bordeaux, daha önce 1949-50 sezonunda ilk şampiyonluğunu kazanmış, fakat sonrasında defalarca aday olduğu şampiyonluğu hiç tadamamıştır. Ancak Mali asıllı genç oyuncu Jean Tigana’nın takıma verdiği katkıyla vites yükselten ekip, 1983-87 yılları arasında üç şampiyonluk birden elde eder. Mavi-beyazlıların dörtte dört yaparak St. Etienne’in rekorunu egale etmesini ise 1985-86 sezonunda Paris St. Germain engeller. 1970 yılında kurulan PSG böylelikle ilk şampiyonluğunu elde ederken, şampiyonluk tam elli yıl sonra Paris’e dönmüştür.

Bordeaux’nun düşüşe geçmesi, en çok Adidas’ın da patronu olan Bernard Tapie’nin başkanlığındaki Marsilya’ya yarar. Chris Waddle, Jean-Pierre Papin, Abedi Pele gibi yıldızlara sahip kadrosuyla mavi-beyazlı ekip 1988-92 arasında üst üste dört şampiyonluk kazanır. 1993’te rekor anlamı taşıyan beşinci şampiyonluğa Şampiyonlar Ligi kupasını da ekler. Ta ki VA-OM skandalı patlayana kadar. Valenciennes’de oynayan defans oyuncusu Jacques Glassmann, aralarında Dünya Kupası kaldırmış Arjantinli Burruchaga’nın da bulunduğu iki oyuncunun, eski Marsilyalı Valenciennes Antrenörü Primorac aracılığıyla Marsilya’nın fiampiyonlar Ligi finali öncesi oynayacağı maçta ?yorulmaması? için para aldığını açıklayınca Fransa karışır. Lig yönetimi bu olayın üzerine büyük bir ciddiyetle gider. Sonuçta şampiyon Marsilya, İkinci Lig’in yolunu tutarken, Bernard Tapie de hapse girer. Lig şampiyonluğu ise o yıl ortada kalmıştır.

Arayış yılları ve Lyon hegemonyası
1990’lı yıllar Fransa futbolundaki arayış yılları olur. Milli takım istenen sonuçları pek alamaz, ligde de çok güçlü bir takım ortaya çıkmaz. Fransa Ligi’nin sonucu önceden kestirilemeyen, bir sezon şampiyonluğa oynayan takımların ertesi sezon küme düştüğü yapısı da bu yıllarda belirir. 2001 yılına dek Ligue 1’de hiçbir takım iki sezon üst üste şampiyon olamaz. PSG, Nantes, Auxerre, Monaco, Lens, Bordeaux bu dönemde şampiyonluk yaşamış takımlardır. İlginç olan ise bu karışık dönemde Fransa’nın PSG ve Bordeaux ile iki Avrupa kupası kazanmış olmasıdır. 1998’de Fransa’nın Dünya Kupası’nı düzenlemesi ise Ligue 1’in huzursuzluğunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu ortaya koyacaktır. Maviler, kendi evlerindeki kupayı kazanarak dünyanın zirvesine çıkarken, Fransa Ligi’nin o belirsizliği içerisinde mücadeleyle yoğrulan kadro maya tutmuştur.

2000’li yıllara damgasını vuran ise Jean Michel Aulas ve Lyon olur. 1987’de İkinci Lig’de mücadele eden takımı devralan Aulas, Fransa futbolunda yaşananlar kadar Avrupa futbolunun değişimlerini de iyi okur. Beş sene içinde Avrupa kupalarına katılabilecek bir takım kurmaya niyetlidir. 1989’da takım Birinci Lig’e çıkar ve yavaş yavaş hedefe doğru yol almaya başlar. 1999’da dünyaca ünlü sinema şirketi Pathé’nin kulübe ortak olmasıyla, kulüp iyiden iyiye büyür ve Sonny Anderson’un gelişiyle beraber hızını artırır. 2001-2002 sezonunda son haftaya Lens’ın gerisinde giren Lyon, kendi evinde bu ekibi 3-1 yenerek ilk şampiyonluğunu tadar. Bundan sonraki altı sezon ise rekorlara sahne olacak, antrenörleri birer birer millî takımın başına geçerken, Lyon da Avrupa’nın büyük kulüpleri arasında yerini alacaktır.

Bu sezon da Lyon, şampiyonluğun en büyük adayı konumunda. Futbol sözkonusu olduğunda ülkede şu an ?Lyon ve diğerleri? demek mümkün. Ancak ?güneş-kral? Ondördüncü Louis’ye bile kalmayan Fransa’da bir gün Lyon’u tahttan indirecek yeni bir futbol devrimiyle karşılaşmak şaşırtıcı olmasa gerek.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.