Özellikle 2010 referandumundan itibaren AKP?nin iyiden iyiye yöneldiği otokrasi, beraberinde aslında o zamandan beri sürdürülen, ama kimsenin argümanlarını pek de açıkça ortaya koymadığı bir tartışmayı getirdi. Belki bu rejimden nasıl kurtulacağımızı düşünmeye harcadığımız mesai kadar bizi yoran bir tartışma bu; bütün bunların olacağını nasıl göremedik? Bu tartışma dâhilinde sıkça dillendirilen bir kanıyı tartışmaya açmak bugüne kısmetmiş. Belki daha erken konuşulması gereken bir meseleydi, ancak Lice?deki olaylar ertesinde yaşadığımız toplumsal travma hâli Erdoğan rejimiyle ulusalcılık arasındaki ilişkiyi şimdi irdelemeyi de isabetli kılıyor.
Bu yazıyı yazdıran soruyu baştan cevaplayarak işe girişeyim. Hayır, sıklıkla iddia edildiğinin aksine şu anda uğraştığımız otokratik rejimin gelişini ulusalcılar da göremedi. Göremezlerdi de. Evet, ulusalcı olarak tanımladığımız kesimlerin ilk günden itibaren AKP?ye itirazı vardı, bu doğru. Ancak bu itirazlar ne şu an yaşadığımız şeyi tarif ediyordu, ne de bundan kaçınabilmemiz için doğru çözümleri öneriyordu. Aksine, ulusalcılık dediğimiz ideoloji (ki buna İslami olmayan Türk milliyetçiliği de diyebiliriz), AKP?yi karikatürvari bir şeriatçı portresiyle organik bir Avrupacılık-Amerikancılık çerçevesinde tarif etti ve onu getiren nedenleri hep bu çerçeveden okumaya çalıştı. İdeolojinin yapısına baktığımızda bunu başka türlü yapabilmesi de pek mümkün değildi. Zira 28 Şubat?ın az öncesinde ete kemiğe bürünen bu neo-Kemalist akım o kadar da rafine bir ideoloji değil. Dünyayı bazı ön kabuller etrafında algılıyor ve bu algılar dışında herhangi bir analiz yapma şansına sahip değil. Bütün milliyetçiliklerin aşağı yukarı aynı zayıflığa sahip olduğu söylenebilir. Nihai amacı ?hep haklı ve üstün olma? olan bir ideolojinin verileri işine geldiği gibi okumasında şaşırtıcı bir taraf yok. Diğer taraftan AKP bugün kendisini var eden ekonomik ve sosyal ağları örerken, insanların soyadına bakarak Sabetaycı olup olmadığını anlamaya çalışan ya da mesela herhangi bir sivil toplum projesine katılmış her bir bireyin adını ?hainler listesi?ne sokan bir zihniyetin bu ağları doğru okuduğunu iddia etmek akıl kârı değil.
AKP kendi rejimini kurarken yapılması gereken o ağların nasıl oluşturulduğunu çözüp engel olmaktı. Tek hata ulusalcıların demiyorum, bu çok büyük haksızlık olurdu. Zira Kemalizm?e duyduğu alerjiyi sorgulamasız bir AKP desteğine tahvil eden liberal entelijansiya başta olmak üzere hemen her kesim bu noktada baltayı taşa vurdu. Sosyalistlerin de bu süreçte elle tutulur bir politika üretebildiklerini söylemek çok zor. İşin doğrusu, AKP?yi çarkına çomak sokacak bir söylem ancak Gezi?de geliştirilebildi, bunun rejim üzerinde yarattığı rahatsızlık da zaten ortada. Yapılması gereken yeni talepler yaratmak ve bunu bir ortak akılla var etmekti. Bunu yapmakta hep beraber geç kaldık.
Diğer taraftan, ulusalcılar Gezi?nin ve Haziran 2013 direnişlerinin aktif katılımcısı olsalar da, ulusalcılık bu taleplerin tam tersi yönde ilerlemeye mahkum bir ideolojiydi. Son iki haftada Lice?deki olaylar üzerinden yaşadığımız tartışmalar bunu iyiden iyiye açık etti. Kürt sorunu söz konusu olduğunda, ulusalcı kesimin söylemi ve talepleri gelecek tasavvurunu da ortaya koyuyor. Ulusalcıların kafasındaki Türkiye, AKP?nin önerdiğinden çok daha özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratik değil. Aksine tıpkı AKP gibi, ulusalcılar da 12 Eylül devletinin rafineleştirdiği devlet aygıtlarına bağımlılık duyuyorlar. Rejimle ulusalcılar arasındaki sorun devletin aldığı şekil üzerinden değil, onun sahipliği üzerinden. İdeolojik olarak ulusalcılığın AKP?nin kurduğu rejimle bir derdi yok, zaten askeri vesayetin kurduğu rejim de bundan çok farklı değildi. Tıpkı AKP?nin asker vesayetinin getirdiği pek çok baskı aracını geniş geniş kullanmaktan gayet memnun olması gibi?
Lice tartışmaları gösteriyor ki, ulusalcılığın gelecek tahayyülü de en az AKP?ninki kadar karanlık, talepleri de en az onunki kadar baskıcı. Şu an içinde yaşadığımız rejimi rahat rahat dönüşümlü kullanabilirler. Peki, ulusalcılık bu kadar eleştiriyi gerektirecek etkinliğe sahip mi? Öyle görünmese de, sahip. Çünkü Gezi?de elde edilen tüm kazanımlar, ulusalcılığın kökünü ilkokul ders kitaplarından alan otomatik söyleminde erozyona uğruyor. Dahası, fena hâlde konsolide olmuş kurumsal siyaset içinde toplumsal muhalefetin kaplaması gereken yeri hasbelkader işgal eden CHP, ulusalcı tabanın talepleri karşısında felç oluyor ve hepten siyaset üretemez hâle geliyor. CHP?nin 1990?ların başının SHP?sinden bile geri durumda olmasının temel nedeni bu. CHP için ulusalcı desteğinden vazgeçmek, kapladığı alanı kaptırmak demek. Bunu göze alamıyor ve şu an aslında gayet de zamanı olan adımları atmayı beceremiyor. Durum böyle olunca da Kürt sorununun çözüm süreci AKP?nin tapulu malı hâline geliyor. Sonra da Kürt hareketi müzakere edebilecek tek aktör olarak AKP?yi bulduğunda, ?AKPKK? gibi zekâ taşan (!) benzetmeler yapılıyor. Oysa keyiflerini bozmak olmasın ama ulusalcıların AKP?yle ortak noktaları, Kürt hareketininkinden kat be kat fazla. Kürtler var olma haklarını savunmak için bulabildikleri tek muhatapla müzakere ediyorlar, bunu yaparken kimi tavizler verip kimi kazanımlar elde ediyorlar (bunların ne olduğunu henüz bilmesek de). Her müzakerede olduğu gibi iki tarafın da kabul edebileceği bir çözüm bulunmaya çalışılıyor. Bunu kalıcı, hatta kadim bir işbirliğiymiş gibi algılamak bir tür hezeyan. Diğer taraftan, ulusalcılık ve AKP aynı gelenekten besleniyor, aynı devlet tahayyülünü paylaşıyor, pek çok konuda aynı söylemi kullanıyorlar. Yabancı düşmanlığı, otokrasi, militarizm, kendisinden başka herkesi tehdit olarak görme gibi konularda birbirlerinden zerre farkları yok. Ulusalcılar, tıpkı AKP?nin tek parti CHP?sinin ötesine geçememesi gibi, AKP?nin lâik bir versiyonundan fazlasını hayal edemiyorlar. Tayyip Erdoğan ve ekibi bunun farkında, ?bayrak? gibi anahtar kelimelerin yeri geldiğinde devreye sokulması bunun göstergesi.
Ulusalcılık ve AKP, birbirlerinden nefret etseler de aynı tarihselliğin ürünleri ve ezeli benzerlikleri var. Aralarındaki tek sorun, uzlaşamadıkları az sayıda konunun iki tarafın da kimliğine içkin olması. Yoksa istedikleri şey, çok da başka bir şey değil. Lice?de birinin kazdığı mezarı öbürünün doldurması da bunun kanıtı olsa gerek.
İlk Yorumu Siz Yapın