"Enter"a basıp içeriğe geçin

Yeni bir meslek türü olarak anket duyumculuğu…

Daha önce siyasi gündem analizinin iyiden iyiye İddaa yazarlığına döndüğünü söylemiştim. Bugün, siyaset yazarlığının spor yazarlığından devşirdiği bir başka can sıkıcı pratikten bahsetmek istiyorum. Ülkede kamuoyunun anketler vasıtasıyla inşa edilişi yeterince iç darlayıcı değilmiş gibi, bunun doğal ama hâlâ hayret verici bir sonucu olarak ‘anket duyumculuğu’ türedi. Yani anketin kendisi üzerinden kanaat ve imâlatı yetmiyormuş gibi bir de, “Acayip bir anket var, kimse görmedi bir ben gördüm” duyumculuğu eklendi üstüne. Tüm entelektüel ve siyasi üretimin fikirler değil kişiler üzerinden yürüdüğü bir düzende, insanların kendi siyasi/entelektüel sermayelerini (ki buna ‘popi’ demek isteyen de diyebilir tabii) böyle bir bilgi iktidarı üzerinden kurmaya çalışmasına şaşırmamak gerekiyor.

Diken’in sıkı okuyucuları neden ve kimden bahsettiğimi şıp diye anlamıştır. Bende gizli saklı yok, ağzımın ayarı zaten hiç yok. Evet, Levent Gültekin’den ve ‘Araştırma şirketleri niçin hedefte? Ekim anketindeki vahim tablo’ başlıklı yazısından bahsediyorum. İllâ okumak iktiza eden bir yazı olmamakla beraber neden bahsettiğimi anlamak isteyen bakabilir.

Açık konuşayım, ben Levent Gültekin’in okuyucusu değilim. Diken’de okumayı sevdiğim muhabirler, yazarlar var, Gültekin onlardan biri değil. Anca yazısı önüme düşerse ve ilgimi çeken bir konudaysa -belki- bakıyorum. Levent Gültekin’in zaten epeyce okuyucusu ve izleyicisi olduğunu tahmin ediyorum, dolayısıyla benim yokluğumun onda çok büyük bir duygusal hasar yaratacağını sanmıyorum. Okuyucusu olmadığımı söylememin nedeni, okur bu konuda beni hakem olarak almasın diye. Gültekin’in tarzı da siyasi duruşu da düşünce üretim şekli de bana hitap etmiyor. Aynı semtlerin taksisi olmadığımız yetmiyor, semtlerimizde trafik de ayrı yönlerden akıyor. Onun sol dediğine, ben sağ diyorum misal.

Bu yazısındaki tık avcısı başlığa ve Diken’in, Twitter’dan bastığı iki cümlelik alıntıya tav olmuş bulundum. Anket meselesiyle ve anketçiliğin bir nevi ‘kabile büyücülüğü’ gibi role soyunmasıyla ilgili zaten uzun süredir yazasım var. O yazıyı bu yazıyla ikâme etmiş değilim, zira anketçilik meselesi daha geniş bir çerçevede didiklenmeyi hak ediyor.

Bu yazının, o yazının işini görmemesinin temel nedeni, benim niyetimin, Bourdieu’nün ‘Kamuoyu Yoktur’undan da hareketle, kamuoyu araştırmalarının bazı teknik açmazlarını ve Türkiye’de sahada bunun karşımıza nasıl çıktığını analiz etmek olması. Oysa Gültekin’in yazısında analiz edilecek bir kamuoyu araştırması yok; ne veriyi biliyoruz, ne soruları, ne örneklemi, ne sonuçları. Vallahi ben bu yazıyı ‘Kamuoyu Yoktur’a dayandırsam, rahmetli beni rüyamda değnekle kovalar, zaten habire her yazıda beleşten alıntılıyorum diye bana biraz bozuk. Gallimard falan bana bir telif faturası gönderse, yemekte taş kaynatırız. Ama rahmetli kusura bakmasın, ‘Televizyon Üzerine’deki ‘malumatfuruş entelektüel‘ tabirini kullanacağım, deftere yazsın.

Gültekin’i, noktasına, virgülüne dokunmadan alıntılıyorum: “Nihayet çok güvendiğim bir anket firmasının yeni çıkmış ama henüz yayınlanmamış ekim anketini gördüm.” Anket şirketinin bile adı yok, cümlenin öznesi, tümleci, yüklemi, her şeyi sırtını Levent Gültekin’e dayamış. İşte bu noktada, duyumculuk üzerinden kurulan bilgi iktidarına geliyoruz. Bir kamuoyu araştırmasıyla ilgili referansımız “Ben gördüm” olamaz, olabilemez. “Ben kamuoyu araştırması gördüm” cümlesi, ancak ‘kamuoyu araştırması’nı cümle içinde kullanmanız gerektiğinde bir değer taşıyabilir, o değer de “Benim babamın anketi var”ınkinden fazla değildir.

Maşallah Levent Gültekin bu okuma fişi cümlesinin üzerinden upuzun yazı döşenmiş. Ki yazıda anket verilerini aktarıyor olsa yine razıyım. Kendisinin gördüğü ama hiçbirimizin görmediği, ayrıca hakkında pek bir şey bilmediğimiz bir anket sonucu üzerinden kendi pozisyonunu sağlamlaştırma işine girişmiş. Oradan da siyasi partilerdeki muhataplarına ayar vermiş. Özetle; “Bin bir anket gördüm, acayip haklıyım, siyasi partilerdeki danışmanlar akıllı olun.”

İşin en komik tarafı ise bunu demokratik tartışmaya katkı olarak paketlemesi. Yine aynen alıntılıyorum: “Hep söylüyorum, yeri gelmişken tekrar edeyim; bu seçim ülkemiz için bir kader seçimi. Sürecin oluşturulmasında hepimizin söz hakkı var. Her şeyi en ince ayrıntısıyla tartışmamız ve en doğru kararın oluşmasına katkı vermemiz gerekiyor.” Dümdüz okuyunca öyle tabii de, yahu ağa, senin milyon takipçin, televizyonlarda çıkıp her konuda ahkâm kestiğin ‘konuşan kafalar’ yayınların, köşen şuyun buyun var. Senin katkınla marabanınki bir mi? Sen elindeki gücü, kanaat oluşturmak, o arada kendi siyasi sermayeni de sağlamlaştırmak için kullanıyor olmayasın sakın? “Vermemiz gerekiyor” yüklemindeki ‘iz’ kısmı biraz silik mi çıkmış sanki? Sahi bir önceki seçimde cumhurbaşkanlığı adaylığına soyunmamış mıydın sen? Gerçekten çıkar çatışması yok mu, yoksa sen yokmuş gibi mi davranıyorsun? (Sen demem tamamen retorik, yoksa Gültekin’e hitabım ‘siz’dir, yanlış olmasın) Bu sefer de aday olacak zemin yokluyor demiyorum, zira geçen seferki fiyaskodan sonra bir daha denemez diye tahmin ediyorum ama kendi kendisine bir ‘kingmaker’ yani ‘iktidar sahibini belirleyen’ rolü biçtiğini okumak da zor değil.

Haydi diyelim ki bunların hepsi niyet okuma, yazıda başka bir devasa sorun daha var. Gültekin, ankette gördüğünü söylediği muhalefetin düşüşünü, kendi önceki düşüncelerine, hiçbir veri, kanıt vs. olmaksızın, yine tamamen kendi otoritesine yaslanarak tartışılması teklif bile edilemez bir illiyet bağıyla bağlıyor. Anketin sorularını görmediğimiz için bir şey diyemiyorum ama eğer sorular özel olarak Gültekin’in savları üzerinden oluşturulmadıysa cevapların bu kadar net bir neden-sonuç ilişkisi kurması pek mümkün değil. Gültekin savlarında haklıdır ya da haksızdır demiyorum, olmayan bir illiyet bağını kurarak anket üzerinden lafı, “Bakın, ben haklıyım, önce beni dinleyin”e getiriyor. Her şeyi gören ve bilen, hikmetinden sual olunmaz kanaat önderleri yaratmak istiyorsanız aha böyle, kapalı veri üzerinden olup olmadığı çok flu illiyet bağları kurarsınız. Boşuna ‘kabile büyücülüğü’ demiyorum. Bourdieu’nün her konuda aynı hızla ve aynı özgüvenle düşünce üretebilen ‘malumatfuruş entelektüel’lerine tanrısal özellikler atfettiğimiz bir tarikatın içinde yaşıyoruz adeta.

Malumunuz bu köşede sıklıkla şikâyet ettiğim gibi, Türkiye demokrasisi bir sandık demokrasisi. İnsanlardan belli aralıklarla oy kullanması ve o oy kullandığı insanlara sınırsız bir keyfiyet tanıması bekleniyor. Milletvekili, arada seçilirken savunduklarının tam tersini savunmaya başlamış, kurula gelmemiş ya da gelmiş horul horul uyumuş, ofisini ihale bürosuna çevirmiş, bunlar mühim değil. Bir mevzu varsa, halk dört sene sonra gider oy verir, hesabını sorar. Halkın bir derdi mi var, çözüm basit, “Bize oy verin, çözeriz.” Bir avuç milletvekiliyle sansür yasaları geçerken Amerika’da gezen de 20 yıldır iktidarda olan da aynı şeyi söylüyor.

Durum böyle olunca, yani halkın demokrasiye katılım yolları ‘seçimden seçime’yle kısıtlanınca, klişe tabirle ‘kamuoyunun nabzını tutmak’ için birtakım alternatif yollar kendiliğinden ortaya çıkıyor. Biz Türkiye’de bu tip Tahtakale işleri severiz, bir ihtiyaç ortaya çıksın, onun çözümü hemen alternatif yollardan hasıl olur. Porsche’ye LPG taktırmayı akıl eden, demokrasiye neler yapmaz? Ha bir de çalışmayan bir şeyi ite kaka çalıştırmak için alternatif yollar bulunurken bu alternatif yolların başını tutan esnaf da hemen peydah oluyor.

Türkiye’nin parti-devlet rejimi garabetine geçişinden beri, tek derdi yenilgisini ötelemek olan bir iktidar var. Bu nedenle ülke ne kadar yönetilemez hâle gelirse gelsin, o sihirli sandık bir türlü gelmiyor. Bizim ülkemizde zaten iktidarların iki derdi vardır; birincisi, hasımlarını rahat rahat dövebileceği sopalar yaratmak, ikincisi, o sopaların kazara hasımlarının eline geçmesini engellemek. Yaptırdığı her şeyin ennnn büyüğünü yaptırmazsa içi asla rahat etmeyen AKP döneminde de maşallah alayımızı dövmek için bakınca uzaydan bile görülebilen bir sopa üretildi. Eskiden gelenler, sopada hiç değilse tutacak kadar yer bırakırlardı, maşallah AKP’nin sopasına tutacak yeriyle bile haşat edilmek mümkün.

Ülkede demokratik arzın tüm kanalları tıkanıp her şey seçime havale edilince, e o seçim de gelmek bilmeyince bir nevi seçim temsili olarak anketler, bir iptila olarak hayatımıza dahil oldu. Anket yeni bir şey değil, bir tek Türkiye’de de yapılmıyor. Ancak anketçiliğin siyasi hayatı bu kadar tayin ettiği başka bir örnek varsa da ben bilmiyorum. Türkiye’de de bu işin böyle olduğu başka bir dönem hatırlamıyorum. Bu dönemin en acayip yan ürünü ise anketçilerin, kişi olarak meşhurlaşarak kanaat önderliğine soyunması. Veri olmadan bulgu üretip sonuç açıklayana ‘falcı’ denir. Köşe yazısı ya da Twitter zinciri döşenen kamuoyu araştırma şirketi sahipleri araştırmacı değil, medyum. Eskiden medyumluğun da bir raconu vardı; Ketolar, Memişler, hiç değilse adının başına medyum koyardı ki neyle karşı karşıya olduğumuzu bilelim.

Anketçiliğin niyeti bozmasını içselleştirdik, sıra belli ki anket duyumculuğuna geldi. Ama bu işin buraya geleceği de belliydi, toplumsal siyasi münazarayı fikirler değil kişiler üzerinden kurarsanız cumhurbaşkanı adaylığı tartışması da Fenerbahçe’ye santrafor transferine döner. İşin bence başka bir faullü noktası ise bu tartışmayı böyle götürenlerle, anketçilik/anket duyumculuğu üzerinden kendi yerini sağlamlaştıranların aynı tipler olması. Yanlış demokrasi doğru yaşanmıyor herhalde ki kurucu bir demokratik yapı aramamız gereken zamanlarda, yarı-Tanrı malumatfuruş entelektüellerin kazananı tayin yarışıyla vakit öldürüyoruz.

İlk olarak https://www.diken.com.tr/yeni-bir-meslek-turu-olarak-anket-duyumculugu/ adresinde yayımlanmıştır.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.