AEK, 1924 yılında İstanbul’un Beyoğlu semtinden Atina’ya göçen İstanbullular’ın kurduğu bir kulüp. İstanbul’un en eski kulüplerinden Pera Club’ın Beyoğluspor’la beraber devamı. Sarı-siyahlı kulüp, Türkiye’de kurulup Yunanistan’a göçmüş tek kulüp değil. PAOK yine bir İstanbul kulübü olan Ermis’in devamı. İzmir kulüpleri Apollon ve Panionios ise aynı isimle varlıklarını Atina’da sürdürüyorlar. Apollon Kalamarias ise Yunanistan’a göç eden Karadeniz Rumları’nın kulübü. Küçük sokaklara, mahallelere daldıkça Anadolu kulüplerinin sayısı yüzleri buluyor. Mübadelenin değdiği her yere taşınıyor Türkiye kökenli Yunan futbolseverler. (Bu arada AEK ve PAOK sanılanın aksine mübadele kulüpleri değiller, zira mübadele İstanbul’u kapsamıyordu. Bu kulüplerin kurucuları yazılı olmayan bir mecburiyetten dolayı göçmek zorunda kalmıştı.)
AEK’in diğer Türkiye kökenli Yunan kulüplerinden farkı, Türkiye’yle olan bağını hiç koparmamış olması. Bunda Beyoğluspor’un da büyük payı var. Günümüzde hâlâ Pera Club’un amblemini kullanan Beyoğluspor
, İstanbul Rumları’nın en büyük spor kulübü. Kıbrıs’taki olayların ateşlendiği 1950’lerin sonuna kadar İstanbul’un en önemli kulüplerinden olan Beyoğlu, bu yıllarda Kıbrıs bahanesiyle azınlıkların sindirilmesinden çok etkilendi. Türkiye’de yıllardır yaşayan, hiçbir yasadışı faaliyeti olmayan Yunan vatandaşlarının 1964’te yine aynı bahaneyle sınırdışı edilmeleri ve beraberlerinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ailelerini de götürmek zorunda kalmaları Rum azınlığa ve Beyoğluspor’a büyük darbe vurdu. Aynı yıl takım küme düştü. Beyoğlu’nda oynamayan Rum futbolcular da birer birer dışlandılar. Yordan ve Sofiyanidis’in AEK’e transferi ve sudan sebeplerle vatandaşlıktan çıkarılmaları, Lefter’in futbolu bırakması, bu efsane futbolcuya ellinci kez millî formayı giyen ilk oyuncu olduğu için söz verilen ödüllerin verilmemesi, Güney Afrika’da teknik direktörlük yapmasının engellenmesi hep bu dönemdeydi. Zaten daha sonra azınlık da, kulüp de kalmadı, yandı, bitti, kül oldu.
Bu dönemin Türkiye’deki spor tarihi için bir önemi daha var. Biz, kendi şehrimizde kurulan kulübün adının nasıl söylendiğini bu d
önemde unuttuk. Yunanca’daki bütün tek kelime hâlinde okunabilen kısaltmalar gibi kendisi bir kelimeye dönüşen ve AEK olarak okunan kulübün adı, oldu “a-e-ka”. Ama nasıl oldu bu? Tesadüfen mi, yoksa kasten mi?
AEK, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin en iyi olduğu 1950’lerde Türkiye’ye onlarca kez geldi. Üç büyüklerle ve Beyoğluspor’la maçlar yaptı. Sahaya Türkiye bayrağı ile çıktı. Türkiye’den de birçok takım AEK’le maç yapmaya gitti. Balkan Kupası maçları öncesi AEK ve Fenerbahçe oyuncuları ortak moral geceleri düzenlediler. Hatta AEK, Can Bartu’ya Atina’daki büyükelçilik binasında müthiş bir transfer teklifi yaptı (bizzat Can Bartu’dan doğrulattığım bir bilgidir). AEK, Türkiye’yle o kadar iyi ilişkiler kurmuştu ki Türkiye’de basın onlara AEK bile demiyordu, kendi taraftarlarının taktığı “Enosis” ismini kullanıyordu (“Enosis” Yunanca’da “birlik” demektir, AEK’in E’si budur). Ve Türkiye’de AEK’in isminin tek bir kelime şeklinde AEK olarak okunduğunu, tek tek hecelenmediğini bilmeyen tek bir gazeteci, tek bir futbolcu yoktu (İnanmayan yine Sinyor’a sorabilir).
Ne zaman ki Kıbrıs olayları patladı, her şey değişti. Öncelikle, “enosis” karşımıza “Kıbrıs’ın Yunanistan’la birliği”ni amaçlayan bir irredantist politika olarak çıktı. Böylelikle 1955’ten itibaren AEK’in lakabı kullanılamaz oldu. Ama kulübün adı hâlâ AEK’ti ve 1970’lere kadar da böyle kaldı.
Kıbrıs olaylarının 1960’ların sonunda iyice şiddetlenmesi, akan kanın durdurulamaması, iki tarafta da artan milliyetçilik Türkiye’yle Yunanistan arasındaki tüm sportif ilişkileri kopardı. Beyoğluspor eriyip giderken AEK de Türkiye’ye gelmemeye başladı. İstanbul’da kurulan ve şehirdeki tarihi üç büyüklerden bile eski olan bir kulüp, Avrupa’daki herhangi bir yabancı kulüp hâlini aldı. Bu dönemde AEK’e AEK demeyi bıraktık. O dönemde dilin politik manipülasyonunun ve tahribatın başını çeken TRT’nin önderliğinde “a-e-ka” uyduruldu, AEK’in bu şehirdeki geçmişi, yaptığı onca dostluk teması unutturulmak istenircesine. Artık o Canlar’la, Şerefler’le, Ergunlar’la gülüp eğlenen “Enosis”liler yoktu, “a-e-ka” diye soğuk, yabancı, hiç tanımadığımız bir kulüp vardı. Ülkeye kendi tarihi, kültürü yine dili tahrip edilerek unutturuluyordu. Farklı renklerden, çokkültürlülükten uzak, yapay, steril ve çarpıtılmış millî tarihe bir çentik daha atılıyordu. Dersimler, AEKler yok edilince, onları yaratanların tarihi de yaşanmamış sayılabiliyordu.
Artık o günler geride kaldı. Yunanistan, yine komşu kapısı. Arada hırlaşsak da, yine eskisi gibi gidip geliyoruz. AEK, sekseninci yılını İstanbul’da kutladı ve kıyamet kopmadı. Aksine bütün camianın tadı damağında kalan, DVDleri, hatıra bayrakları çıkan bir gezi oldu. Milliyetçiliğin eti tırnaktan koparmaya çalıştığı otuz yıllık o kara boşluktan bir tatsız miras kaldı; kulübün ismi. Hâlâ a-e-ka aşağı, a-e-ka yukarı. Eurosport ve NTV’den Güntekin Onay dışında ismi doğru okuyana rastlamak kısmet olmadı. Kendi şehrinde doğan yüz yıllık bir camianın adını bilmekten aciz bir basın ortaya çıktı. Internet diye bir şey var, şu ismin doğrusunu öğrenmek beş dakika bile almıyor. Zaten yine Türkiye kökenli olan efsane Rebetikocu rahmetli Stelyos Kazancidis ağabeyimizin yazdığı AEK Marşı da “AEK! AEK! AEK!” diye başlıyor. Üç saniye dinlemek yeterli.
Bir cehalet ve kötü niyet manzumesinin sonucu olarak çıkan “a-e-ka” garabetini savunanlar, bunu çaresizce Türkçe’nin kurallarına bağlamaya çalışıyorlar. Ama nedense PAOK’un neden Türkçe’de PAOK olduğunu, pe-a-o-ka olmadığını açıklayamıyorlar. PAOK, pe-a-o-ka değil, çünkü PAOK hiçbir zaman Türkiye’ye AEK kadar yakın olmadı, hiçbir zaman İstanbul’daki Rum kültürünün rengini bu kadar canlı taşımadı Türkiye ve Yunanistan’a. PAOK, Türkiye’deki tek renkli, mozaik-değil-betoncu milliyetçilik için hiçbir zaman tehlike olmadı. AEK’in adının tahrip edilmesi gerekiyordu, edildi.
Bugün hâlâ gazetelerde, televizyonlarda, diğer medyada ve o medyanın vasatlığının ilerisine geçiyormuş gibi gözükse de herhangi bir net hayata bakış ve genel kültür üzerine bina edilmeden aynı vasatlığı ancak yeniden üreten Internet sitelerinde AEK’e, canım şehrimin canım kulübüne “a-e-ka” deniyor. Dünyada başka çok az şehre, ülkeye kısmet olan bir değer oysa AEK. Başka bir ülkede doğduğun şehrin kokusunu alabilmek, yaşlı taraftarların maçlarda Türkçe söylendiklerini duymak, 1950’lerde, 60’larda tamamen yok edilen ve yerine şovenizm doldurulan eski İstanbul’dan izler bulmak demek. AEK, en az Chevrolet dolmuşlar kadar, en az Ikarus otobüsler kadar, en az eski Galata Köprüsü kadar İstanbul. Ve ne yazık, biz artık adını bile söylemekten aciziz.
Ben gurbet elde İstanbullu olmanın ama İstanbul’da olamamanın ıstırabını yaşarken yanımda olan, buram buram İstanbul, Beyoğlu kokan sevgili kulübüm. Biliyorum ki, seni ait olduğun şehrinden kopartan bu kara talih peşini hiç bırakmayacak. Ama senin rengini, armanı burada taşıyan bir tanecik olsun taraftarın var, en çok köklerinden kopartılıp zorla unutturulduğunda dahi ayakta kalabildiğin için seviyor seni. Ve o taraftarın her “a-e-ka” dendiğinde düzeltip gururla AEK demezse, ulu manitu ona şampiyonluğunu görmeyi nasip etmesin.
AEK, AEK, AEK diye bağırmaktan başka bir istek gelmiyor insanın içinden. Başka bir takımın taraftarı olsam da…
Renklerinden dolayı her zaman sempatim vardır bu kulübe. ”Athlitiki Enosis Konstantinoupoleos” Birleşik İstanbulspor demekmiş hem de.
O kadar uzağa gitmeye üşenirsen bekleriz seni Yorgo Kasapoğlu’nun da oynadığı İstanbulspor takım tribünlerine..
gelmez miyim, aklımda!
BRAVO ! hepinize .
1964 yilindan beri Viyanada yasayan Istanbullu AEKci bir Rum.
O yillarda Lefter Büyükadada bizim “hero” muzdu !
ps:isminizi bugün AEK-fan sitesinde ögrendim.sizin icin yeni bir “thread” acildi.
benden : respect.