"Enter"a basıp içeriğe geçin

Bayram gelmiş neyime!..

Bir başka ?bir zamanlar…? hikayesi anlatmadan futbol yazısı yazmanın imkansız olduğu günlerden geçiyoruz. Korkarım bu yazının sonu dönüp dolaşıp ?nerede eski bayramlar? geyiğine dayanacak ki can sıkıcı olması bir yana, hayatımda yaşlanma sezonunun resmi olarak başladığına işaret. Yaş hanesinin sol tarafında ?3? rakamını gördüğümde böyle olacağını anlamıştım.

Siz ?bayram değil, seyran değil, bu adam bizi niye öpüyor? diye meraklanmadan derdimi anlatayım. Ben bu lig başlangıçlarını çok severdim eskiden. Eskiden dediğim, epeyce eskiden. Fatih’teki spor mağazasından alınmış, o zaman siyah-beyaz olduğunu düşündüğüm ama şimdi kahverengi-beyaz olduğundan emin olduğum Beşiktaş bayrağının borusunu borazan gibi öttürürken boğazıma batırıp bütün yazı boğaz ağrısıyla geçirdiğim yaz kadar eskiden yani. Ligin başlaması, okulun başlayacak olmasının habercisi olsa da, renginin siyah-beyaz olmasının bile nefret etmemi engelleyemediği ilkokul önlüğü dolaptan çıksa da, yine de severdim. Gazetelerin verdiği ve üçüncü haftasında doldurmayı bırakacağım kesin olan lig fikstürünü okul çantama yerleştirip beklemeyi severdim.

Böyle bir çocukluk yaşayan biri için spor medyasında çalışmanın bir rüya olduğunu düşünebilirsiniz. Ben olsam, yani benim çocuk hâlim olsa, düşünürdüm. Ama şimdi bunun kabusa dönüştüğünü hissediyorum bazen.

Çünkü çocukluk hayalinizi gerçekleştirdiğinizde, yapmak istediğiniz her şeyi o hayaller belirlemeye başlıyor. Her şeyin siz çocukken olduğu gibi kalmasını ya da en azından çocukken algıladığınız gibi olmasını istiyorsunuz. Spor medyasında çalışmasanız da bu böyle, en azından konu futbol olduğunda. Herkesin futbola dair en güzel anıları aslında çocukluk anıları. Bütün çocukluğunu Beşiktaş delisi olarak geçirmiş bir çocuğun büyüklüğü olarak ben Rıdvan’ın kalecinin yanından plaseyi bırakıp kaleye bile bakmadan gol sevincine başlamasını, Tanju’nun kendisine üç beden küçük gelen ve patlayacakmış gibi duran formasını, Şenol’un verev çizgili kaleci kazağını şu anki Beşiktaş’ın çok üzerine koyuyorum.

Aslında o zaman da futbol temiz değildi, çocuk aklımızla bile biliyorduk bunu. Oraya buraya giden teşvik primi çantaları, Anadolu kulüplerini kalkındıran ve kara para aklamak için transfer yapan hayali ihracatçılar, uyuşturucu kaçakçıları o zaman da vardı. Ama biz kendi çocuk temizliğimizi yansıttığımız bir dünya kurabiliyorduk o zaman.

Şimdi kuramıyoruz. En azından ben kuramıyorum. Spor medyasında çalışmak bana buna mal oldu. Yıllarca çılgınca desteklediğim kulüp dahil tüm kulüplerin gerçek hikayelerini biliyorum artık. Bizim onlarla olan hikayelerimizin çok dışında bir mazilerinin olduğunu da.

Bu noktaya geldiğinizde iki seçeneğiniz var. Ya yüzleşeceksiniz, ya inkar edeceksiniz.

Ben yüzleşmeyi seçtim. Beşiktaş taraftarı Sinan Engin’den özür dilediği gün maça gitmeyi bıraktım, bir daha da Beşiktaş’la taraftar olarak ilgilenmedim. Şampiyonluğunu kutlamadım, maçına gitmedim. Pişman mıyım, değilim, yalnızca üzgünüm.

Birçok insan bu şike soruşturmasıyla beraber şimdi bunu yaşıyor. Bu soruşturmanın bence en önemli sonucu binlerce futbol taraftarını yüzleşme-inkar seçeneğiyle karşı karşıya bırakması. Ve bu soruşturmanın doğru düzgün, hukuka uygun, şeffaf ve ikna edici olmamasının en büyük vebali de yine burada. Zaten hiçbir taraftar acı gerçekle yüzleşmek istemez, zira her aşk gerçeklerden kaçıştır. Türkiye’de futbolun dibine kadar battığı pislikle yüzleşmek, hepimizin çocukluk hayallerine dokunacakken üstelik. Durum buyken, bu kadar hassasken, inkar için tek bir neden yeterdi, maalesef süreç o nedenlerden onlarcasını verdi.

Şimdi kolektif, hırçın ve yer yer paranoyak bir inkar dalgasıyla karşı karşıyayız. Ve bu hırçınlık en çok yüzleşme isteyenlere yöneliyor. Kimimiz üzüntü ve utanç, kimimiz inkar içinde tükeniyoruz. Bu futbol, daha doğrusu futbolun böylesi bizi biz olmaktan çıkarıyor. ?Artık futbol konuşacak? diyorlar, oysa futbol zaten uzun süredir bize yalan söylüyor.

Ligin başlaması da bayram değil artık. Boş düşlerde yuvarlanacak yaşı çoktan geçtik. Şimdi büyüme zamanı.

Rahmetli Mano Solo, ?zaman çocukları öldürerek geçer gider? derdi, Morrissey ?insanlar böyle büyür? diyor.

Acı çekerek büyüyoruz, en çok da büyümenin kendisi acı veriyor.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.