"Enter"a basıp içeriğe geçin

Bunun adı sınıf savaşıdır!..

Bir süredir gerek kendi internet sitemde, gerekse Taraf’taki köşemde sözüm ona şiddeti çözmek için el birliğiyle yasa çıkartmaya çalışanların dertlerinin aslında şiddeti çözmek olmadığını, yalnızca futbolu istemedikleri unsurlardan temizlenmiş bir rant alanı hâline getirmeye çalıştıklarını yazıyorum. Sporda şiddet denilen şeyin ve çözüm olarak sunulanların son derece ideolojik ve sınıfsal olduğunu ve bu şekilde değerlendirilmesi gerektiğini söylüyorum. Çünkü İngiltere kırsallarından şehre indiği ve oradan dünyaya yayıldığı günden beri futbol hep onu yöneten egemenlerin çıkarıyla, onu seven ve popüler yapan geniş halk kitlelerinin çakıştığı bir alan oldu. Zaten futbolu benim için aynı zamanda bir akademik araştırma alanı hâline getiren de bu, dünyada sınıf savaşının bu kadar kristalleştiği çok az mevzi bulabilirsiniz.

Ancak dün öyle bir olay yaşandı ki, futbolu mümkün olduğunca sınıf çelişkisi üzerinden okumaya çalışan ben bile şaşırıp kaldım. Dün, Galatasaray’ın yeni stadyumuna Süper Lig’de oynayan bütün takımların başkanları konuktu, tabii Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım da. Adnan Polat ve diğer başkanlar stadyumu neşe içerisinde gezerken, sahaya açılan kapılardan birinde iki işçi, yüzlerinde emekçi gülümsemesinin samimiyetiyle Galatasaray ve Fenerbahçe atkılarını yan yana açtılar. Son derece naif, hiçbir kötü niyet ve provokasyon taşımayan bir hareketti bu. Ne Fenerli işçi, tek başına bir gösteri planlamış, ne de Galatasaray’ı incitecek bir hareket yapmıştı. Hatta aksine Galatasaraylı arkadaşıyla beraber atkıları açmış, aslında herkese ?biz bir arada yaşıyoruz, bir arada çalışıyoruz, atkılarımızı da yan yana açıyoruz, bakın dünya yıkılmıyor, siz de deneyin? mesajı veriyordu. Ne olduysa ondan sonra oldu. Güvenlik görevlileri Fenerbahçeli işçiye saldırıp elindeki atkıyı aldılar. Olayı görünce kızdık, üzüldük, sinirlendik ama kendisini polis devletinin özelleştirilmiş kolu gibi gören özel güvenliğin kabadayılıklarına alışkın olduğumuzdan fazla da üstünde durmadık. Ama bugün Cem Kerpiççiler’in Posta’daki yazısıyla beraber işin şekli değişti. Yazıya göre atkıyı açan Fenerbahçeli işçinin işine son verilmişti.

Karşımızda öyle bir manzara var ki, vaktinde Sovyet propaganda timlerinin bile aklına bu kadar karikatür bir sahne gelmemiştir. Bir yanda Galatasaray’la Fenerbahçe’nin başkanları kol kola geziyor, barış görüntüleri veriyorlar. Elli metre ötede ise Galatasaraylı ve Fenerbahçeli işçilerin yan yana durmasına tahammül edilemiyor. Güvenlik görevlileri saldırıyor, insanların ekmeğiyle oynanıyor. Hiç isim aramak için kendimizi zorlamayalım, bunun adı sınıf savaşıdır. Futbolu sınıf çelişkisinden bağımsız düşünenler bu manzarayı açıklayamazlar.

Onların yerine ben açıklayayım. Futbolun egemen sınıfı, futbolda hiçbir zaman gerçek huzur ve barıştan yana değildir. Çünkü onlar geniş halk kitlelerinin birbirini yemesinden güç alır. İsteriye dönüşmüş bir Galatasaray-Fenerbahçe rekabetinin parçası olan, bu rekabet içinde akıl sağlığını yitiren taraftar hiçbir zaman futbolun egemenlerinin davranışlarını sorgulayamaz. Dahası çıkar ortaklığı olan diğer kulüp taraftarlarıyla hiçbir zaman bir araya gelemez. Egemenler, Galatasaray taraftarıyla Fenerbahçe taraftarının bir araya gelip de bilet fiyatlarının yüksekliğini, televizyon yayınlarının pahalılığını tartıştığı, talepler ve çözümler ürettiği bir ortamdansa birbirlerinden ölesiye nefret ettikleri bir ortamı her zaman tercih ederler. Bu yüzden kulüp yönetimleri arasında sürekli bir tiyatro oynanır. Vergi affı gibi pek çok konuda çıkar birliği yapabildikleri hâlde birbirlerine düşmanmış gibi bir görüntü çizerler. Kendi yapay düşmanlıklarını taraftarın gerçek düşmanlığını tutuşturmak için kullanırlar. Galatasaray Başkanı’yla Fenerbahçe Başkanı, herhangi bir gün buluşabilir, beraber bir şeyler yapabilir, hatta ortak proje bile geliştirebilirler. Bu egemen sınıfın çıkar birlikteliğinden dolayı onların kaderidir. Galatasaraylı işçiyle Fenerbahçeli işçi ise tribünde yan yana durmayı aklından bile geçiremez. Bunun olmaması için mümkün olan en sağlıksız ortam yaratılır. Sonra da fatura taraftara çıkar, ?sen bu stada gelme artık olay çıkarıyorsun, senin yerine müşteri gelsin, hadi canım dükkanın önünü kapatma? denir.

Bu aslında futbola özgü ya da futbolun içinden doğan bir yöntem de değildir. Egemen sınıflar dünyayı son yüz elli yıldır böyle yönetmektedir. Savaşlarda hep emekçi emekçiye kırdırılır, ama barış antlaşmalarını hep egemenler imzalar, tabii yeni savaşları da yine onlar çıkarır. Alt sınıflara biçilen rol, dolduruşa getirilmek, sürekli korku içinde tutulmak ve gerektiğinde ölmek üzere cephelere sürülmektir. Egemenlerin bu motivasyonu sağlayabilmek için kullandığı zehir, tabii ki milliyetçiliktir. Alt sınıflar, üst sınıftakilerle aynı birliğe dahil olduklarına inanırlarsa egemenleri sorgulamazlar. Türk işçi, Türk patronla sırf Türk olduğu için eşit olduğuna inandığı sürece ürettiği hayatı yönetmeye talip olmaz. Dahası Türk işçi kendisini işçi değil de Türk olarak tanımladığı sürece onu kendisi gibi işçilere karşı savaşmak için cepheye göndermek kolaylaşır. Türk işçisi, kendini kendisiyle aynı çıkarı paylaşan Yunan, Ermeni, Kürt işçisiyle değil de kendi Türk patronuyla bir tutarsa savaşa girebilir ancak. Milliyetçilik bu işe yarar. Emekçiye emekçiyi öldürtmenin yolunu açar. Futboldaki durum da bundan hiç farklı değildir. Kulüp milliyetçiliği taraftarı taraftara kırdırır, başkanlar kendi çıkarlarını beraber korurlar. Taraftar karşı tarafla didişmekte olduğu için hesap soramaz bile. Bu yüzden başkanlar sırıta sırıta stadyum gezerken, işçi kanını dökerek inşa ettiği stadyumda kol kola bayrak sallayamaz. Çünkü taraftarlar kardeş olursa, bu düzenin sonu gelir.

İşte bu yüzden bu kurumlar, bu başkanlar ve bu devlet düzeni sporda şiddetin sonunu getirmez, getiremez. Tek yaptıkları ?burada kavga etmeyin, buraları müşterilere satacağız, siz şu ötede kavga edin? demektir. Stadyumların rantını bozmayacak her kavgaya aslında taraftardırlar. Adaleti olmayan bir düzenden barış da çıkmaz.

Bu yüzden tribünlerde barış sağlanacaksa bu ancak gerçek taraftarlarca sağlanabilir. Zaten son yirmi yılda futbolda şiddeti gözle görülür şekilde azaltan tek barış denemesi de Mühendis Oktay’ın ölümünden sonra taraftarların kendi yaptığı barıştır. Gerisi yalandır. Futbolda gerçek barış elli metre ötelerindeki işçiye tahammül edemeyen yönetimlerden değil, ancak ve yalnız hayatı ve futbolu kol kola paylaşan aydınlık yüzlü emekçilerden doğacaktır.

2 Yorum

  1. Ioanis Kronos Ioanis Kronos 07/01/2011

    Uzun zamandır okuduğum en net yazıydı bu dağhan. hic birseyi pas gecmemissin, tüm taslar yerli yerine oturmuş. ne demek istedigin acıklıkla ortada. eline sağlık.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.