Ülkemizde birtakım kalem erbabı var, ne ara kanaat önderi oldular, kimse bilmiyor. Pozisyonlarını müesses nizamın devamıyla tahakküm ediyor olacaklar ki bütün enerjilerini, iştahlarını o düzenin devamına harcıyorlar. Ne vakit, o nizam dingildeyecek gibi oluyor, ‘aklı selim‘ diye ortaya atlayıp alabora olmaktaki gemiye yandan omuz veriyorlar.
Bizim ülkemiz, bir daha hiç aynı olmayacağı bir dönemden geçiyor. Bu ülkeyi 20 yıldır yönetenler, insanları binaların enkazında, olmadı soğuktan öldürdü. Halka dağıtmaktan imtina ettiği çadırları teberrulu sattı. İnsanların dişinden tırnağından artırdığı yardımlara el koydu, daha evvelden yapılmış yardımları dışarı sattı. Utanmadı, arlanmadı, hesap vermedi, istifa etmedi. Bu ülke, daha evvel hiç görmediği cins bir katliam yaşadı, bir de o katliamı yapanlardan azar işitti üstüne.
O da yetmedi, şimdi bir de kalemşor takımından ayar alıyor!
Ben alttan, arkadan söylemeyi sevmem, direkt yüze söylerim, şimdi de öyle yapacağım.
İlk olarak Burak Bilgehan Özpek’e bir bakalım.
Diyor ki Özpek bey, “Erdoğan yönetimine muhalif olmak için öfkeli olmak zorunda değiliz… Beceriksizlik ve yozlaşmayla mücadele etmek sadece öfkeli insanların işi değildir. Ya da mücadele etmek için illa ki öfkeli olmaya gerek yoktur.”
Bunları yazarken, bir yandan öfkeli halka, tepeden tepeden empati kurmaya da lütfediyor. Ama dönüp dolaşıp lafı istediği yere bağlıyor. Aklına tek örnek Ümit Özdağ geliyor nedense, herhalde onun nazarında öfkenin siyasetini bir o temsil ediyor. Yerseniz yani…
Özpek önce politik öfkenin gereksizliğini anlatıyor paragraflar boyunca, sonra da lafı Ümit Özdağ’a getiriyor, sanki öfkeli insanların tek politik yönelimi Özdağ’ın faşizm denemesi olabilirmiş gibi. Üstünden 20 yıllık bir ceberrutluk geçmiş bir halka, tümden ‘çöp adam safsatası‘yla yükleniyor. Lafı, mealen ‘Öfke politize olmasın, yoksa maazallah faşizm gelir‘e getiriyor.
Son paragrafta ise Özpek’in derdini anlıyoruz. Deprem sonrasında arazi olan, ağzını açamayan, orta yolculuk arayan bazı muhalefet liderlerini (ya da liderini) aklamaya uğraşıyor.
Son cümlede ise hepten çıkarıyor ağzındaki baklayı: “Acaba siyasetçileri takdir ederken, beğenilerimizi onların kişiliklerine ve benimsedikleri politikalara mı sunuyoruz yoksa deprem sahnesini kişisel bir performansa dönüştürme fikriyle ortaya çıkan cin fikirli sosyal medya ajanslarına ve halkla ilişkiler danışmanlarına mı?”
Bu cümlede yine AKP’lilerden ödünç aldığı ‘ajans‘ retoriğiyle kime vurduğunu anlamak zor değil. Belli ki Kılıçdaroğlu’nun, “İktidarla hizalanmayı reddediyorum” söylemi, AKP’den bile önce Özpek beyi vurmuş. Belki canhıraş bir şekilde savunduğu Akşener, ‘zaman susma zamanı’ deyip parti-devletin yanında hizaya geçtiği için.
Özpek, müesses nizam rayından çıkacak diye ödü kopanlardan sadece biri. Bir diğeri Levent Gültekin.
Gültekin bey, Özpek beyden daha mı az kanaat önderi, daha mı az köşeci ki öfkeye parmak sallamasın. Gültekin bey de kafayı “Hesaplaşacağız” diyenlere takmış, zaten ortada kafa takacak bir şey de yoktu, haklı tabii.
Diyor ki Gültekin bey, “…hesaplaşma narası atanları anlamak hakikaten mümkün değil. Üstelik bu öfkelerini sadece iktidar mensuplarına değil, geçmişte iktidarla yol arkadaşlığı yapmış, şimdilerde muhalefet safında duranlara da yöneltiyorlar.”
Özpek gibi Gültekin de, ‘Bize de mi lolo?‘dan giriyor peşreve özetle. AKP’yle beraber AKP’yi yaratan, semirten, koruyan, besleyen düzenin de gitmesinden korkuyor belli ki. AKP gitsin, ama AKP’lilik gitmesin istiyor. Çünkü Özpek bey gibi Gültekin bey de varlığını o düzene borçlu. Şu an konduğu dal, mevcut düzenin yenilenmiş eski aktörlerle devamını gerektiriyor.
Peki kimi koruyor Gültekin acaba? Onu söylemiyor yazısında. Mesela 11 sene çürük raporuyla çalıştırılıp depremde yıkılınca insanların ölümüne neden olan İskenderun Devlet Hastanesi’nin açılışını yapan, Hatay’da katliama neden olan Rönesans Rezidans’ın temel atma törenine katılan DEVA’cı Sadullah Ergin’i mi koruyor? Yoksa, eşi Sare Davutoğlu’nun Yeryüzü Doktorları STK’sını olduğu gibi Kızılay yönetimine alan, bugünkü çadır rezaletinin müsebbibi Kerem Kınık’ın eski hamisi Ahmet Davutoğlu’nu mu? Hesaplaşma, Levent Gültekin’e neden ve nereden dokunuyor, bir açıklasa da kendisi de rahatlasa, biz de rahatlasak.
Gültekin de aynı Özpek gibi safsatalara başvurmadan bitiremiyor yazısını, çünkü başka türlü haklı çıkması mümkün değil. Gültekin’in favori safsatası ‘sahte denklik‘, argümanı kutuplaşma üzerinden kuruyor. Hesap soracağız demeyin, toplumsal birliktelik oluşmaz diyor. Sanki Türkiye’de birbirinin dengi iki siyasi kutup varmış gibi.
Levent beyin bal gibi bilip söylemekten kaçındığı şu: Türkiye’de kutuplaşma yok, tahakküm var. Devletin bütün aygıtlarıyla, sermayeyle işbirliğiyle ezmeye çalıştığı bir kamu var. Çadır satan Kızılay da, Twitter’ı kapattıran İletişim Başkanlığı da bunun parçası. Bu tahakküme kutuplaşma demek, sanki denk iki taraf çatışıyormuş gibi bir çerçeve çizmek, düpedüz bu düzenin apolojisini yapmaya denk düşüyor.
Alt metin okumayı, biraz da Türkiye’de olan biteni bilen herkesin anlayabileceği gibi bu iki zat, Kılıçdaroğlu’nun siyaset üretmeye başlamasından korkmuş. O kokmayan, bulaşmayan Kemal beyi geri istiyorlar. Altılı Masa’nın, bir başka deyişle müesses nizamın esenliği için…
Levent ve Özpek beylerin aksine benim bu yarışta atım yok, o yüzden karnımdan değil açıktan konuşuyorum. Benim için aday Kemal bey olmuş, başkası olmuş mühim değil. Aylardır yeni dönemin kişiler değil, ilkeler üzerinden kurulmasının altını çiziyorum. Altılı Masa’ya eleştirim de bunun tersi yoldan gidip meseleyi kayıkçı kavgasına dönüştürmesinden.
Kaldı ki tüm toplumsal muhalefetin Altılı Masa’ya indirgenmesini de sorunlu görüyorum. Şu deprem sonrası dönem gösterdi ki toplumsal muhalefet, Altılı Masa’nın ortayolculuğunu çoktan aşmak zorunda. Gültekin ve Özpek’in paniğinin nedeni de öfke filan değil, Kılıçdaroğlu’nun durumun bu olduğunu kavramış gözüküyor olması. Kılıçdaroğlu’na ‘şu güzel ortam’ı bozduğu için kızgınlar.
Köşeci beylerin, hanımların derdi, Akşener’in Milliyetçi Cephe iktidarını kuramıyor olması ya da yüzde 1 oyuyla siyaset dizaynı yapan elden düşme AKP’lilerin masadan silkelenme ihtimali olabilir. Bunu kendi kişisel ikballerine doğrudan tehdit olarak da görebilirler. Kimsenin kalemini tutacak değiliz, bu yönde çalışmak istiyorlarsa yazıp çizebilirler de. Kantarın topuzunu kaçırdıklarında bu yazıda olduğu gibi cevaplarını veririz, o da iktiza ederse.
Ama bu halkın öfkesi, rastgele bir celallenme değil. 20 yıldır onuru, adalet anlayışı günlük olarak zedelenen insanların öfkesi bu. Akşener’in koltuk hayallerine ya da Davutoğlu ve Babacan’ın kısa yoldan aklanma planlarına meze edilecek bir öfke değil bu.
Bu ülkenin adalete ihtiyacı var. Her yapılanın yapanın yanına kâr kaldığı bir ülkenin yurttaşlarıyız biz. Hayatımızı dayak ya da kazık yememek üzerine kurmuşuz. Bu hayat böyle gitmiyor. Bir kez olsun, hayatımızın üzerinde tepinenlerin yaptıklarının hesabını verdiğini görmek istiyoruz. Bir kez olsun, bu ülkede herkes yaptığının bir vebali olacağını düşünerek hareket etmek zorunda kalsın istiyoruz. Hesaplaşma isteğimiz bundandır, öfkemiz bunun yokluğundandır…
Efendiler, kalem erbapları, köşeciler, ekran yüzleri, kanaat önderleri…
Gücünüz yettiğince siyaset mühendisliği yapın, eyvallah. Kendi adayınızı gönlünüzce iteleyin, o yönde kalem oynatın, ona da eyvallah. Ama siz bu halkın öfkesine parmak sallayamazsınız!
Bu ülkenin insanı 20 yıldır, kendisini yönetenlerin ihanetine uğruyor. Kendisinden çalınan paralarla yapılan beton tabutlarda can vermeyi bekliyor.
Biz 20 yıldır itilip kakılıyoruz, azar işitiyoruz, onurumuz kırılıyor, soyuluyoruz, kazıklanıyoruz. Bizim halkımız, birileri güç devşirsin, para devşirsin, iktidar devşirsin diye mutsuz ediliyor.
İlk olarak https://www.diken.com.tr/ezilmis-bir-halkin-ofkesine-parmak-sallanmaz-efendiler/ adresinde yayımlanmıştır.
İlk Yorumu Siz Yapın