"Enter"a basıp içeriğe geçin

İyi bir haber kanalımız olsaydı acaba Pazar gecesi ne olurdu?

Türkiye bir televizyon ülkesi. Yıllardır öyle. Televizyon, ülkede yaygınlaştığından beri, ama özellikle Özal döneminden beri, diğer bütün medyaların yerini kapladı. Tiyatro, sinema, radyo, gazete hepsi televizyonun içinde boğuldu. Eğer sosyal medyanın ve internetin televizyonun yerini aldığını düşünüyorsanız, muhtemelen kendi yakın çevrenizden ötesine çok dikkatle bakmıyorsunuz. Hatta kendi yakın çevrenize de baktığınız söylenemez, zira sosyal medyada popüler pek çok kanaat önderinin bu popülariteyi televizyona çıkmaya borçlu olduğunu görmemişsiniz.

Bu ülkede sesini duyurmanın yolu hâlâ televizyondan geçiyor; 20 yıldır iktidarda bulunan partinin seçmeni de haberi sosyal medyadan değil televizyondan alıyor, hem de yüzde 80’e yakın bir oranda. Çünkü Türkiye’de medyaların haber kaynağı olarak dağılımı homojen değil, kültürel sermaye nispetinde. Bu değişiyor, ama sandığınız hızda değil.

Bu bakımdan televizyon önemli. Sevseniz de sevmeseniz de önemli.

Ana akım televizyon kanallarının ezici çoğunluğu bugün iktidarın kontrolünde. Buralardan haber almak imkansıza yakın. En ‘tarafsız‘ olanları bile başını belaya sokmamak için üç dakika yalapşap siyaset haberi verip haber bülteninin kalanını birbirini satırla doğrayanlara ve New York hayvanat bahçesindeki zebralara ayırıyor.

Ve konuşan kafalar… Haber veremeyen haber kanallarının kurtarıcısı. Her haber kanalında her akşam dört konuşan kafa. Çoğu erkek, çoğu aynı siyasi hiziplerden. Arada bir tane ‘muhalif‘. Hep aynı şeyleri söylüyorlar. İktidar yanlısıysanız muhalif olanın yalnızlığından haz duyuyorsunuz. Muhalifseniz, “Bizimki nasıl laf çaktı” diye. Sonra yandaşı, muhalifi beraber dostça ayrılıyor programdan. Siz yükselmiş duygularınızla baş başa kalıyorsunuz.

Biraz da haber kaynaklarından bahsedelim. Twitter olmasa, Türkiye’de haber kanalı da kalmaz, sitesi de. Diken’in iyi muhabirleri var, başka iyi muhabirleri olan siteler de var, ama bizde bile ‘takla haber‘den geçilmiyor. Gazetecilikte ‘takla attırmak‘ diye bir laf vardır. Haberi başka bir mecradan alır, sağına soluna dolgu yapar, tekrar koyarsın. Böylelikle içerik üretilmiş olur, dükkan döner. Takla haber ucuzdur, zahmetsizdir, kolaydır. Ekmek yiyerek doymak gibidir, okuyucuyu beslemez ama tutar.

Seçim gecesine gelelim. Halk TV’de sandıklar kapandıktan sonra erken saatlerden karşılaştığım manzarayı aktarayım. Belki görmüşsünüzdür, ama olsun yine de anlatayım.

Ekranın solunda dört adet ekran yüzü, hepsi tanıdık, hepsi meşhur, benim diyenin 1 milyon takipçisi var. Hepsi, o Gezi’de kapısına dayandığımız ana akımdan gelme. Hepsinin elinde cep telefonu, başları aşağı eğik. Telefon kurcalıyorlar.

Sağ tarafta İsmail Küçükkaya, bir başka ekran yüzü. Sunuculuk yapmış herkesin, dolayısıyla benim de çok iyi bildiği o kasten toklaştırılmış sunucu sesiyle bağırıyor:

“İşte görüyorsunuz Halk TV’nin ekran yüzleri bu nedenle var. Hepsi ayrı kaynaktan haber alıyorlar.”

Küçükkaya’nın kanalını bir çerçi edasıyla pazarlamasından sanırsınız ki ekran yüzlerinin hepsinin özel haber kaynakları var, adeta hepsi birer istihbarat servisi.

İşin şeklinin açığa çıkması beş dakika sürmüyor. Şirin Payzın’ın özel habermiş gibi kabara kabara okuduğunu önümdeki TweetDeck ekranından kelime kelime takip edebiliyorum. Diğerleri de farklı değil.

Karşımıza geçmiş, telefon kurcalayıp tweet okuyorlar! Televizyonda yandaş olmayan bir ses aradığınızda karşılaştığınız muamele bu.

Tek Halk TV öyle sanılmasın. Muhalif kanallarda sık rastlanılan bir manzara bu. Mesela aynı saatlerde Tele 1’de de Ceyda Karan bir taburenin üstüne tünemiş, yanında konuşan sunucuya hiç aldırmadan, adeta bir bienal enstalasyonu gibi, hiç dakikalarca başı önde telefon dürtüklüyordu. Arada bir genelde Putin’in ağzından duymaya alıştığımız liberal demokrasinin çöküşü tiratlarına girerek tabii.

Ve hiç şaşırtıcı olmayan şekilde, yemek masasındaki eli Switchli ergen gibi, başını önünden kaldırmayan acar ekran yüzleri, gece boyunca oy dağılımlarındaki tuhaflıkları filan hiç fark etmedi. AA ve ANKA ne gönderdiyse hop yuttular. Sahte doktoralı Emin Çapa’nın öve öve bitiremediği üstün teknoloji ürünü veri sistemi bile Onursal Adıgüzel’in Commodore 64 zamanından kalma sisteminden hâllice iş gördü.

Yani bunu söylemeyi zül sayıyorum ama söylemek zorundayım: ARKADAŞLAR BU İŞ BÖYLE OLMAZ!

İletişim birinci sınıfa ders verir gibi anlatayım. Bir televizyon haber merkezi muhabirler, kameramanlar, prodüktörler, editörler ve sunuculardan oluşur. Haberi muhabir toplar, kameraman çeker, prodüktör yazar, editör düzeltir, sunucu okur. Bu iş akışında eğer herkes yeterince donanıma, zamana ve enerjiye sahipse, haber çeşitlenir, derinleşir ve kıvamını bulur. Bu sürecin bir yandan da hızlı olması gerektiği için tecrübe ve donanım önem kazanır.

Eğer siz bu sürece yatırım yapmaz, oraya harcamanız gereken kaynağı, ana akımdan çıkma şerbetli ekran yüzlerine dökerseniz, izleyiciye haber yerine telefon parmaklayan ego bombaları sunmak zorunda kalırsınız. Lokantaya gelene çeşit çeşit ekmek servis edersiniz yani. Çeşit çeşit ama yine de ekmek.

Siyasi partiler, Pazar gecesi, yapılacağı beş yıldır belli olan seçime ne kadar hazırlıksız olduklarını gösterdiler. Şu ikinci tur bitsin, onlarla ayrıca konuşacağız. Şimdi haber kanallarıyla bir konuşalım.

Arkadaşlar, siz bu Pazar gecesine nasıl hazırlandınız? Prodüktör kadrolarınızı nasıl oluşturdunuz? Veri gazetecisi var mıydı, mesela Python bilen, R bilen birileri var mıydı, mesela her ilde partiler arası oy geçişlerini anında görselleştirip ekrana verilecek hâle getirecek kodunuz hazır mıydı? CB oylarıyla, ittifak oyları arasındaki uyuşmazlıkları kontrol edecek bir ufak script yazılmış mıydı? Bu grafikleri, siyasi bağlama oturtacak prodüktör kadrosu iş başında mıydı?

Bakın, seçimler Türkiye’de verinin en detaylı tutulduğu alanlardan biri. Güncel veri akışı berbat olsa dahi, geçmişe dönük veri mahalle, okul, hatta sandık bazında mevcut. Üstelik bunların veri katarı da mevcut, yani bir API (uygulama programlama arayüzü) üzerinden kendi yazdığınız koda eklemleyebiliyorsunuz. Veri konusunda uzmanlaşmış bir ekiple bütün gece izleyiciyi doyurabilir, bugün tartıştığımız usulsüzlükleri tespit edebilirdiniz.

Bunu yalnızca seçim gecesi, değil her zaman yapabilirsiniz bu arada. Prodüktör ve muhabir kadronuza yatırım yapabilir, her gün yeni bir özel haber bulup çıkarabilirsiniz. Yalnız veri değil, her alandaki gazeteciliğe yapacağınız yatırımın karşılığını alırsınız.

Ama yapmıyorsunuz, çünkü bütün haber merkezi bütçenizi ana akımda izleyiciyi ekmekle tıkama konusunda ihtisas yapmış ekran yüzlerine döküyorsunuz.

Sonra da reyting sonuçlarını paylaşıp ‘İzleyiciyi en güzel biz tıkadık’ diye övünüyorsunuz.

Donanım işin bir kısmı bu arada. 1990’lardan itibaren, yani özel kanalların çıkışıyla, Türkiye’de televizyon haberciliği, reyting fetişizmine döndü. Hindi gibi kabaran ekran yüzlerinin habercilerin yerini alışı da bu dönemden. Kasım kasım kasılan anchorlar aşağı, kerameti kendinden menkul ekran yüzleri yukarı…

İsmail Küçükkaya’nın kanalını ve pahalı ekran yüzlerini bir Kırkpınar çığırtkanı gibi övüşünün ardında da bu var. Küçükkaya’nın orada ilgilendiği sayıların geleceğimizi belirleyecek seçim sonuçları değil, kanalın reytingi ve kendi takipçi sayısı olduğu o kadar belli ki. Seçim dediğin de, bir şov neticede, diğerleri gibi…

Ticarileşmiş ve egolara indirgenmiş habercilikte kamu yararı ölür. Kanal, yandaş da olsa ölür, muhalif de olsa ölür. Biz artık, hiçbir kanalda haber izlemiyoruz, ekran yüzlerinin popilerini arttırma çabalarını izliyor ve buna katkı veriyoruz.

Hiç düşündünüz mü, bu ülkede gerçekten haber yapan bir haber kanalı olsaydı ne olurdu? Neleri konuşuyor olurduk?

Beni dinleyen olmaz ama bu ülkede haberciliği değiştirmek isteyen birileri varsa birkaç tavsiye vereyim.

  1. Ekran yüzlerinden kurtulun. Kanalınıza ana akımdan gelme hiçbir sunucuyu sokmayın.
  2. Haber yapmayı bilmeyen, haber üretim sürecine aktif katılmayacak kimseyle çalışmayın.
  3. Haber merkezi bütçenizin en fazla dörtte birini kamera önüne harcayın, buna dekor filan da dahil. Kalan bütün parayı haber prodüksiyonuna harcayın.
  4. Kamera arkası ekibinizle uzun süreli çalışın, uzmanlaşmalarına yardım edin. Seçim gibi süreli olaylar için aksiyon planınız ve ekibiniz hazır olsun.
  5. Konuşan kafalardan kurtulun, haber programlarına ağırlık verin.
  6. Bir süre reytinglere hiç bakmayın. Ekibinizin bakmasına da izin vermeyin.

Bu planı uygulayabilecek medya patronu olduğunu hiç sanmıyorum, çünkü ekmek hem daha ucuz hem de ekmeği yiyen yetersiz beslenmekten şikayetçi değil. Ama olsun, ben iyilik yapıp denize atmış olayım. Balık TV bilmezse, Halik TV bilir.

İlk olarak https://www.diken.com.tr/iyi-bir-haber-kanalimiz-olsaydi-acaba-pazar-gecesi-ne-olurdu/ adresinde yayımlanmıştır.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.