Gezi Direnişi, Türkiye tarihinin en önemli dönüm noktalarından biriydi, ya da en azından öyle olmaya adaydı diyelim. Yalnızca milyonlarca yurttaş sokaklara dökülüp, giderek otokratlaşan bir yönetime karşı sesini çıkartmaya cesaret ettiği için değil, aynı zamanda faturayı kendisine yıllarca yalan söyleyen ana akım medyaya kesip açıkça gerçekleri duymayı talep ettiği için. Gezi birçok noktanın yanı sıra, bu nedenle Fransa’nın Mayıs 68’inin türdeşi, kardeşi, yoldaşıdır. Nasıl ki Mayıs 68’in sloganlarından biri “Her gece saat sekizde [devlet kanalı ORTF’nin haber bültenine ithafen] polis size sesleniyor” idiyse, Gezi eylemcilerinin medyayı simit satıp onurlu yaşamaya çağırmak üzere plazaların kapısına dayanması, gazetecilere benzer bir köprüden önceki son çıkış fırsatıydı.
Mayıs 68 ile yoldaşı Gezi arasındaki can sıkıcı fark ise şu oldu; Fransa’da ORTF çalışanları ve diğer medyadaki gazeteciler grevlerle basın özgürlüğünü savunmaya başladılar. Türkiye’de “penguen medyası” kulağının üstüne yatmaya devam etti ve sonunda iktidara tamamen teslim oldu. Olanı biteni onuruna yediremeyen gazeteciler ise itinayla ayıklandı, en çok da meslektaşları tarafından yalnız bırakıldı.
Bugün o gazetecilerin bir kısmını farklı platformlarda görebiliyoruz. Gelişen teknoloji ve maliyeti ucuzlayan yayıncılık, onların daha eleştirel ve bağımsız bir şekilde karşımıza çıkmasını sağladı. Kemal Göktaş’ın yayın yönetmenliğini yaptığı Kısa Dalga Podcast projesi de bunlardan biri. Ancak editöryel bağımsızlık, platformları Türkiye gazeteciliğinin köklü hastalıklarından azade kılmıyor. Ahbap-çavuş ilişkileri, hatır gönül nedeniyle kötüye kötü diyememek bunların başlıcaları arasında.
Kemal Göktaş’ın podcast serisi, ne yazık ki geçtiğimiz gün ana akım gazeteciliğinin kendi kendini eleştirmeme inadının kötü örneklerinden birini verdi. Göktaş, podcast’ine, yayınladığı penguen belgeseliyle Gezi dönemindeki sansürün simgesi olan CNN Türk’ün 2018 yılına kadar ekran yüzü olan Şirin Payzın’ı konuk etti. Diyebilirsiniz ki, edebilir, eleştirel olabildikten sonra bunda ne kötülük var? (Bu konuda Kemal Bey’le Twitter’da yaptığımız tartışmayı buradan takip edebilirsiniz) Şöyle bir kötülük var, Şirin Hanım, CNN geçmişiyle ilgili öz eleştirisini verebileceği pek çok platforma sahip, 1.5 milyona yakın Twitter takipçisi var, çok okunan internet sitesi T24’te yazıyor, çok izlenen TV kanalı Halk TV’de program yapıyor. Bir öz eleştiri niyeti olsaydı, bunu rahatlıkla yapabilirdi. Yapmadı, yapmıyor. Kısa Dalga gibi kendini ifade imkanı bulamayan gazetecilere alan açması gereken bir platformun, Şirin Hanım’ın bu inadına destek çıkması son derece anlamsız. Bu platformun, Şirin Hanım’ı o öz eleştiriyi yapmaya itecek bir diyalog için kullanılması mümkün mü ya da faydalı mı? Üstteki çekinceler bâki kalarak bu sorulara “evet” demiş bulunalım ve podcast’i dinlemeye başlayalım.
Elli dakikalık podcast’in ilk dokuz dakikası, Şirin Hanım’ın ne kadar köklü bir gazeteci olduğu ve günümüz gazeteciliğinin Şirin Hanım’ın yetiştiği zamandan ne kadar kötü olduğundan dem vurularak geçiyor. Dokuzuncu dakikadan itibaren Kemal Bey, hafiften eleştirel konulara girmeye başlıyor. Biz de konunun Şirin Hanım’ın Gezi’den sonra beş sene daha iktidar kontrolündeki CNN Türk’te AKPli konuşan kafalara trafik polisliği yapmasına geleceğini düşünerek kulaklarımızı dikiyoruz. Ama yok, Şirin Hanım’ın şanlı gazetecilik geçmişi devam ediyor. Daha ATV yıllarındayız (dakika 11). Bu bölümlerde AKP öncesi dönemin ne kadar özgür olduğundan filan dem vuruluyor (28 Şubat andıçlarını, Şirin Hanım’ın ve Kemal Bey’in eski patronu Aydın Doğan değil de, ben basmışım gibi). Neyse ki Kemal Bey, burada biraz müdahale ediyor (dakika 13). “O zaman da kötüydü de, şimdikinden iyiydi”de anlaşıyoruz. Peki. Gezi’ye gelelim. Ama gelemiyoruz, çünkü Şirin Hanım, henüz yeni yetmelerden şikayet etmeyi bitiremedi (dakika 15).
Aslında bu dakikalarda Şirin Hanım, ekran yüzlerinin fonksiyonu meselesine girerek Kemal Bey’e gollük bir pas atıyor, zira bu noktada Bourdieu’ye atıfla “malumatfuruş aydınlar”ı her gece televizyona çıkarıp fast-food tartışmalar yaptırmanın neresinin gazetecilik olduğu konuşulabilirdi, beş sene boyunca tek fonksiyonu bu olan Şirin Hanım’la. Ama Kemal Bey, bu topu taca bırakıyor. Diplomasi muhabirleriyle ilgili apalakasız bir yere dalıyor. Şirin Hanım da eski bir diplomasi muhabiri olarak kendi kuşağını övebileceği bu konuya balıklama atlıyor (dakika 17-19). Bu kısım, yine bir başka “bizim zamanımız” kısmı.
Son yarım saate girerken Şirin Hanım, malumun ilamıyla tiradına devam ediyor. Günümüz medyasının ne kadar kötü olduğunu biliyoruz da, siz orada niye beş sene bulundunuz sahi? Buraya gelmiyoruz, gelemiyoruz. Şirin Hanım’ın gazetecilik zaferleri (dakika 20-21) devam ediyor. Ama burada (21:02) çok önemli bir yere geliyoruz, Şirin Hanım diyor ki “gazetecinin görevi kamudan yana taraf tutmaktır.” Harika! Peki, siz 2013’te o tarafı niye tutmadınız? Bu soru gelecek mi bakalım son yarım saatte?
Bu arada bir parantez açalım. Şirin Hanım, gerçekten gazeteciler arasında en donanımlılardan biri. Mesela şu yaptığımız Mayıs 68 ve Bourdieu göndermelerini yüksek ihtimal Fransızcasından okumuştur. Yani, burada mesele bilmemek değil, zaten Şirin Hanım’ı bu kadar problemli kılan da bu. Şirin Hanım, CNN Türk pengueni yayınladıktan sonra beş sene o kanalda gazetecilik yerine konuşan kafalar idare amirliğini bile isteye yaptı. Şirin Hanım, ne yaptığını bizden iyi biliyor. ORTF gazetecileri gibi direnmediğini, beş sene salla başını, al maaşını yaptığını çok iyi biliyor. Ama söylemiyor, kimse de sormuyor.
Dakika 22’de Şirin Hanım, çözüm süreci zamanı akillerin arasına girmeye çalışan yandaş medyayı suçluyor. O insanların kaçını 2013-2018 arası programlarında ağırladığını Kemal Bey sormuyor, Şirin Hanım da söylemiyor. Dakika 24’te, Şirin Hanım’ın kendisini bir gazetecilik gazisi olarak ulvileştirmesinin artık zirvesine doğru yaklaşıyoruz. Devre arası jingle’ına geldiğimizde Kemal Göktaş’tan Şirin Payzın’a sorulan eleştirel soru sayısı: sıfır! Zaten Şirin Hanım, Kemal Bey’i çoktan kendiyle bir saymaya başlamış durumda, “senin gibi, benim gibi gazeteciler” gırla gidiyor. 25. dakikada, muhalifliğe kakao sürdürmemek lazım, Ayşegül Doğan’dan ve aldığı saçma sapan cezadan bahsediliyor ama mesela Doğan’ın kanalı İMC TV kapatılırken Payzın’ın gıkını çıkarmayışını duyamıyoruz. 26. dakikada Şirin Hanım’ın gazetecilik zaferlerine geri dönüyoruz, bir de CNN Türk’ün bir zamanlar ne kadar demokratik olduğuna.
27.42’de CNN dönemine geliyoruz. Ama durun, daha hükümetin baskı kuramadığı dönemdeyiz. 28.30’da Şirin Hanım ilk defa Gezi diyor ve hükümetin bu noktada değiştiğinden bahsediyor. E devir değişti, tabii Şirin Hanım da değişti, bakalım oraya gelecek miyiz? Yok, Şirin Hanım, Aydın Doğan’a haksızlık etmek istemiyormuş, meğer Aydın Bey çok yalnız bırakılmış, onu öğreniyoruz. Fatura trollere çıkıyor. Ülkede kaç tane hükümeti deviren Aydın Doğan, yazık, edilgen bir şekilde karşımıza çıkıyor. Tabii beraberinde Şirin Hanım da (30. dakika). Kemal Bey, burada eleştirel bir soru sorabilirdi. Ama ne yapıyor, topu yine taca sallıyor. Eskiden Siyaset Meydanı vardı, ne sorular sorulurdu vesaire, vesaire… Podcast’in adı “nerede o eski bayramlar?” da olabilirmiş esasen.
Neyse konu tartışma programlarına geldi (31. dakika), bakarsınız bir öz eleştiri ya da eleştirel bir soru duyarız. Aslında bu bölümde (32. dakika) ilginç şeyler anlatıyor Şirin Payzın, mesela Mehmet Ali Birand onu ana haberden alıp tartışma programı yaptırmak istediğinde ne kadar kızdığını. Payzın’ın haberciden, bol maaşlı-bol egolu ekran yüzüne dönüşme sürecini dinliyoruz adeta, süper kahraman filmi jargonuyla “orijin hikayesi.” Şirin Hanım’ın bir zamanlar habercilik reflekslerine sahip oluşu, tüm podcast’in en nostaljik öğesi belki de. “Malumatfuruş konuşan kafalar” tarihi yazılırsa bir gün, bu kısımlara atıf yapmak gerekebilir. 34. dakikada yine Şirin Hanım’ın gazetecilik zaferlerine döndük, bir de zamanında ne kadar özgür oluşumuza. Şirin Hanım, Kemal Bey’le mesaisini de araya sıkıştırıyor burada.
35. dakikada Şirin Payzın önemli bir şey söylüyor, “karşımızda tartışacak kimse yoktu, iktidarın sözcüleri vardı.” Kemal Bey burada “e Şirin, sen niye bunu yıllarca yapmaya devam ettin o zaman?” diye soracak diye bekliyoruz. Yok! Yine geçmişe dönüyoruz. Kemal Bey, Fenerbahçe’nin eski ön liberosu Josico’dan beter yan pas yapıyor. Ama yine de fena bir soru sormuyor, konukların nasıl belirlendiğini soruyor (dakika 36). Lakin yine 2008’lere dönüyoruz ve her şeyin o zaman nasıl daha demokratik olduğuna. Şirin Hanım, 2010’da bir dönüm noktasına işaret ediyor ve konukların o dönemden itibaren hükümet ve Fethullahçılar tarafından gönderilmeye başlandığını anlatıyor (dakika 38). Bakın dikkatinizi çekiyorum, Şirin Hanım’ın CNN Türk’ten gönderilmesine daha sekiz yıl var!
Burada soluklanıp her şeyi perspektifine oturtalım. Türkiye’nin en çok izlenen haber kanallarından birinin en önemli ekran yüzü, sekiz sene boyunca yapımcısı olduğu programın konuklarının hükümet tarafından gönderildiğini söylüyor. Bu basın tarihine büyük harflerle yazılması gereken bir suç itirafı. Lakin ne Şirin Payzın bundan dolayı en ufak bir pişmanlık belirtisi gösteriyor, ne Kemal Göktaş onu böyle bir öz eleştiriye itmeye çalışıyor. Dakika 39’da yine dengeyi ne kadar harika kurdukları filan konuşuluyor. Bu dakikada yine Gezi bir dönüm noktası olarak anılıyor, ama o kadar. Sonrasında yine Şirin Hanım’ın dev gazeteciliğine dönüyoruz. Kırkıncı dakikada Şirin Hanım, 2015’ten itibaren program yapmanın imkansız hâle geldiğini ve yalnızca beş ismin etrafında dönebildiklerini söylüyor. Tekrar dikkatinizi çekiyorum, Şirin Hanım’ın CNN Türk’ten gönderilmesine hâlâ üç yıl var!
Kemal Bey’den “peki neden devam ettin?” sorusu gelmiyor, gelemiyor. Kimler yasaklı, kimler serbest onları öğrenmek istiyor, Şirin Hanım isim vermiyor (42. dakika). Bu dakikada Şirin Hanım, belli dönemlerde bazı konukları almak istemediğini, kanalla gerginlik yaşadığını anlatıyor. Şirin Payzın’ın bu tip itiraflarının asla Kemal Bey’in soruları neticesinde gelmediği dikkatinizi çekmiştir, zira Kemal Göktaş’ın 42. dakika itibarıyla Şirin Payzın’a sorduğu eleştirel ya da zorlayıcı soru sayısı hâlâ sıfır. Şirin Hanım, Kemal Bey’e çaya gelmiş de biz de tesadüfen kulak misafiri olmuşuz gibi bir ortam var. Bu ortama yabancı değiliz, mesela Şirin Hanım, 2015’te yani Gezi’den iki yıl sonra Kabataş yalanını yayımlayarak ülkeyi iç savaşın kıyısına taşıyan Elif Çakır’ın Ülke TV’deki programına konuk olduğunda da böyle dostane bir ortam vardı. Ertesi yıl da, Elif Hanım, Şirin Hanım’ın programına konuk olup Kabataş yalanını Şirin Hanım’ın “aman sözünü kesmeyin” kılavuzluğu eşliğinde savunmuştu. Benzer bir sırt sıvazlama, benzer bir ahbap-çavuş diyalogu bu kez bu podcast’te karşımızda.
Son sekiz dakikaya girilirken Şirin Payzın’a hâlâ eleştirel bir soru gelmiş değil, ama Allah’ı var, Şirin Hanım ilginç şeyler anlatıyor, kendine yontarak da olsa. 43. dakikada artık kendisinin son döneminde CNN Türk’ün nasıl uzaktan kumandalı hâle geldiğini anlatıyor. Bakın yine hatırlatacağım, zira Kemal Bey hatırlatmıyor, Şirin Hanım CNN Türk’ten istifa etmedi, gönderildi. 2010 yılından itibaren kötüye gittiğini ve hükümet tarafından programına müdahale edildiğini söyleyen Payzın, gönderilene kadar sekiz yıl daha kaldı o kanalda. Neden? Bilmiyoruz, Kemal Göktaş da sormuyor.
44. dakikada Şirin Hanım, Gezi döneminde kanalın kendilerine “bize sormadan twit atılmayacak” dediğini anlatıyor. Ben hatırlatmaktan sıkıldım, Payzın’ın gidişine daha beş yıl var. Sonrasında 46-47. dakikada Saray müdahelelerinin arka planı anlatılıyor, “bütün bunlar olurken, sen ne yaptın?” sorusu gelmiyor. 48. dakikada Şirin Payzın harika bir şey söylüyor, “benim üzüldüğüm, koca koca medya grupları, bir araya gelseler ne kadar önemli bir güç.” Hatta basın gruplarının, köşe yazarlarının, sendikalı olunmamasının, hiç mücadele edilmemesinin ne kadar kötü olduğundan dem vuruyor. Ama bu eleştiri, üçüncü çoğul şahıs, birinci tekil değil. Şirin Hanım, neyin yanlış olduğunu biliyor, yalnızca kendi hatasını kabul etmiyor. 50. dakikada kendilerine konan HDP yasağından bahsediyor ve “bunun mücadelesini çok verdik” diyor, sonra da ekliyor “ama troller…” Böyle bitiriyoruz. O mücadelenin ne mücadelesi olduğunu, nasıl verildiğini öğrenemiyoruz. Ama anlıyoruz ki, kendilerine “simit sat onurlu yaşa” diyen halka güvenmedikleri, trollerden korkup geri bastıkları cılız, ortayolcu bir çaba.
Hayatımızın elli dakikasını verdiğimiz podcast biterken, Şirin Hanım’ın CNN Türk sonrası maceralarına dair tek kelime duymamış olduğumuzu fark ediyoruz. Mesela, aynı zamanda şarap ticareti yapan Şirin Payzın’ın, 1.5 milyon takipçili hesabını ve T24 köşesini, Burgazada’da Vedat Milor’a fiziksel saldırıda bulunan bir restoranı savunmak için kullanma meselesi gündeme gelmiyor. Ben olsam, Şirin Hanım’ın o restorana şarap satıp satmadığını öğrenmek isterdim mesela. Ya da Şirin Payzın’ın Hindistan’daki Arçelik-Tata fabrikasına gidip yaptığı reklam-haber, Tata’nın Hindistan’daki insan hakları ihlallerinden bahsetmeyi reddetmesi gibi konular gündeme gelmiyor. İyi gazeteciliğini bildiğimiz Kemal Göktaş, elli dakika boyunca Şirin Payzın’a gazetecilik deyimiyle çanak sorular soruyor, halka yıllarca söylenen yalanların en önemli faillerinden birinin o halka borçlu olduğu öz eleştiriye belki en yakın gelebileceği bir fırsat Kemal Bey’le Şirin Hanım’ın ahbap-çavuş sırt sıvazlamasıyla uçup gidiyor.
AKP iktidarı yıkılmaya yüz tutmuşken, ülkenin ihtiyacı olan yeni demokrasinin kurulması, ne yazık ki nafile restorasyon ortayolculuklarıyla harcanıyor. Modern Türkiye’nin 1915’ten beri en temel sorunu, hesap vermemek. Burası, herkesin yaptığının yanına kâr kaldığı bir ülke, en çok da bu yüzden kırılgan. Yirmi yıllık bir otokrasiye savrulma dönemini geride bırakacağız gibi görünüyor. Yeni dönemi sağlam kurmanın yolu, hesap verebilirliğin oturtulmasından geçiyor. Ama ne yazık ki, bunun kıyısından bile geçiyor değiliz. AKP döneminin en önemli siyasi failleri, muhalefet lideri olarak yeni dönemde yönetime talip oluyor. Eski dönemin medyadaki failleri, yalan söyledikleri halktan özür dilemeye bile zahmet etmeden, kanaat önderi olarak geri dönüştürülüyorlar. Kemal Göktaş’ın Şirin Payzın söyleşisi, 2013’te çocuklarının polis saldırısına uğradığını görmek için CNN Türk’ü açıp penguen gören herkese hakaret. Göktaş’ın çok iyi bildiğimiz gazetecilik yeteneklerini, eski mesai arkadaşını çok geç kalmış bir öz eleştiriden kurtarmak üzere askıya alması üzüntü verici. Gazeteciliğin yeniden kurulacağı mecraların buna alet edilmesi ise ayrıca acıklı.
Bugün inanılmaz bir halk sağlığı krizi yaşıyoruz. Türkiye’nin hükümeti ve medyası, aylardır halka yalan söylüyor, bu yalanlar insan canına mal oluyor. Alternatif medyanın, sabık dönemi ve faillerini eleştirmekteki iştahsızlığı, bu bakımdan da kaygı verici. İster istemez soruyor, bugün vaka sayılarını gizleyenler, hükümetin süreci çok iyi yönettiği yalanını söyleyenler, beş yıl sonra podcastlerde aklanma sırası onlara mı gelecek?
Çok güzel yazmış, hatta bunca vaktini ayırmakla kendine haksızlık edecek kadar özen göstermişsin. Tabii bu işe soyununca bunu asgari kabul etmek gerekiyor, zaten eleştirini kurduğun yer de bu zeminin yok olması nihayetinde… Aslında keşke bu kadar kuramsal, bu kadar ilkesel konulara gelmeye fırsat olsa apaçık rezaletler biraz kendi kendine çözülse de, benim iyimserliğim oldu.
Göktaş (çok severek takip ettiğim bir gazeteci olmakla birlikte) aynı podcast serisinde Faruk Bildirici’nin geçmişini aklayıp duayen demokrat pelerinini giyme törenini de gerçekleştirince şüphelendiğim şeyi demek ki sistematik olarak yapacak.
Yazık, çok yazık. Mecraya ayrı, kendine ayrı…
Eline sağlık, taşı gediğine oturtmuşsun. Bu ahbap-çavuş ilişkilerinin değişmezliğine işaret etmen ayrıca değerli, tabii hesap verme meselesi de öyle. “Muhalif” gazetecilerimiz kendilerinin hesap verme işinden muaf olduğunu düşünür, bu örneklerle dolu bir kitap yazdığım için iyi biliyorum, yaşadıklarımın yanında. Muafiyeti de o ahbap-çavuş ilişkileri sağlıyor esas olarak.