"Enter"a basıp içeriğe geçin

Altı bacağı kırık masa ve “ehven-i şer”in çöküşü

İbretle izliyoruz yaşananları. Yaşadığımız kolektif travma, yalnızca seçime kadar biriktirdiğimiz umutların çöküşünden değil, umutları bağladığımız dalların bildiğimizden bile çürük olduğu gerçeğiyle yüzleşme zorunluluğundan.

Seinfeld dizisinin efsanevi karakteri George Costanza’nın bir repliği geliyor aklıma. “Ben umut istemiyorum, umut beni öldürüyor. Hayalim tamamen umutsuz olmak. Umutsuz olunca, umrunda da olmuyor.” Yirmi senedir biteviye azar işitip dayak yediğimiz bu “her gelene gidene karışan üst kattaki hacı ev sahibi” iktidarıyla zayıf umutlara tutunmadan da yaşanmıyor ama. Gelin görün ki, o zayıf umutlar, belki de bizi gerçek çözümlerden uzak tutuyor.

Ben geride kalan seçimler konusunda yanılan kimseye kızamıyorum açıkçası. Hepimizin ince ayarı, hayata tutunmak için umut etme zorunluluğunun getirdiği iyimserlikle kaçtı. “Ben demiştim”cileri hiç hesaba katmıyorum, çürük dalın üstünde zıplayıp, sonra lafı “bak aha kırıldı”ya getirmekte herhangi bir iyi niyet yok zira. Ama seçimden önce hepimizi saran “kesin kazandık” havasının, başka türlü nefes alamamakla da ilgisi var. Gerçi, özellikle CHP cenahının bu havayı psikolojik üstünlük için kasten körüklediği gerçeğini de gözden kaçıramayız.

Şimdi toz duman dağılmaya başladığında, daha evvel görmezden geldiğimiz bazı gerçeklerle yüzleşmeye başlıyoruz. Bunların en başlıcası, Altılı Masa denen garabetin hem yapısal, hem de malzeme olarak çürüklüğü. Yüzde yirmi beş oyu olan ana muhalefet partisinin, tahmini oy oranı şişirilmiş anketlere dayanan beş küçük partiyi kendi dengi sayması, aritmetik dahil pek çok hesaplama yöntemine ters. Dahası cumhurbaşkanlığı seçimiyle, milletvekili seçimini birbirine sokup, bu partilere koalisyon protokolünde orantısız güçler vermek anlamsız. Kılıçdaroğlu’nun en büyük hatası, seçimden aylar önce meydana geldi dolayısıyla. Başında kendisinin oturduğu uzun bir masa yerine, yuvarlak masa kurduğunuzda kendinizi her türlü şantaja açık hâle getiriyorsunuz. Hele ki masada beş sağcı oturuyorsa. Kılıçdaroğlu, kendi adaylığı için Altılı Masa’da elde edeceği sayısal çoğunluğa güvendi, ama bunun verdiği tavizlerin ucunu nereye kadar uzatacağını ölçemedi. Ki görüyoruz, belli ki o tavizler masayı da aşıp, Ümit Özdağ’a kadar uzanmış. Özdağ’a kendi kontrol edemediği ulusalcı oyları için bu kadar kredi vermek de abes zaten.

Ama bu parmak hesaplarından ve siyasi ayak oyunlarından daha fena olanı, Altılı Masa’dan herhangi bir siyasi projenin çıkmasının imkansızlığı. Gençlik örgütleri sabah akşam AKP’li derneklerle anti-LGBTI+ eylemi yapan Saadet’ten, elden düşme AKPli Gelecek ve DEVA’dan, kendi iktidar planlarında AKP’yle pazarlık etmeye her daim açık olan Susurluk artığı İYİP’ten, sosyal demokratı geçtim, demokrat bir proje çıkması bile imkansız. Nitekim, köprü geçildi, milletvekilleri bol kepçe dağıtıldı, herkes yoluna bakıyor.

CHP zaten siyasetsiz bir parti. Tek varlık nedeni, AKP’ye karşı bir ana odak olma gerekliliği. Her kafadan bir ses çıkan, ne istediği belli olmayan bir çıkarlar koalisyonunun Türkiye’ye gelecek biçmesi kendi başına bile zor. Kimdir CHP? Ali Şeker mi, Tanju Özcan mı? Hacer Foggo mu, İlhan Kesici mi? CHP’de Saray’daki danışman sayısı kadar başkan yardımcısı olmasının nedeni, her fraksiyona bir mavi boncuk dağıtmaktan başka bir şey değil. Kılıçdaroğlu’nun Altılı Masa stratejisinin çürüklüğünün kökünü aslında burada aramak gerekir. Kemal Bey, liderlik etmiyor, herkese sus payı veriyor. Çalışma biçimi bu olunca, herkes el yükselttikçe yükseltiyor. Sonra gelsin başkan yardımcılıkları, gitsin milletvekillikleri.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turuna kadar altı ayda, Kemal Bey’in ilk kez siyaset yaptığını gördük. Hani iyimserlikten kaynaklı hesap hatası dedim ya, işte bu o değil, Kılıçdaroğlu’nun o altı aydaki performansı, hakikaten siyasi kariyerinin zirve noktası, SHP döneminden beri de, CHP’nin izlediği en ayakları yere basan siyasetti. İki tur arasında öyle bir çark etti ki, o performansın ne kadarı gerçek siyaset, ne kadarı siyasi iletişim faaliyetiydi çözemiyoruz şimdi. Herkes gönlünce yorumluyor o yüzden.

Daha elle tutulur şeylerden bahsedelim. İki tur arasında olan bitenden. Ne oldu bilmiyoruz, ama belli ki bir şeyler oldu. Haydi, sığınmacıları göndermek ve terörle mücadele vurgularının seküler aşırı sağ seçmeni tavlamak için olduğunu varsayalım. E peki Beşli Çete’ye ne oldu? Çalınan milyar dolarların geri alınmasına ne oldu? Bunların seçmeni Kılıçdaroğlu’ndan kaçıran argümanlar olmasına imkan yok. O zaman ne oldu? Kılıçdaroğlu seçim öncesinde sık sık Beşli Çete’nin kendisine yolladığı pazarlıkçılardan bahsediyordu. Ümit Özdağ’ın oyuna girişiyle Beşli Çete bahsinin kapanmasında eş zamanlılıkta, derin devlet-sermaye konsensusundan şüphelenmek çok mu uçuk? Bence pek değil. Zafer Partisi ve Ümit Özdağ’ın siyasette fonksiyonu, baştan beri Erdoğan rejiminin yolsuzluk operasyonunun vebalini asıl faillerinden alıp sığınmacıların üstüne atmak değil mi? Özel Harpçilerle egemen sermayenin ittifakı, hâlâ yaşadığımız 12 Eylül paradigmasının temel yapı taşı değil mi? O zaman Kılıçdaroğlu’nun “iki kişinin namusu” arasına sıkıştırdığı protokolde “müesses nizamın devamı”nı niye aramayalım?

Kılıçdaroğlu konuştukça hayallerimizin üzerinde tepiniyor, doğru. Ama asıl mesele, iki tur arasında sırtını halka değil ülkenin ezeli egemenlerine vermeyi tercih etmesi. Bugün, o gün olanların üzerindeki Omerta mührünü kırdırtmıyor yalnızca. Tıpkı dokunulmazlık oylamasında danışmanlarının gece yarısı AKP’lilerle neyin pazarlığını yaptığını asla konuşmadığı gibi.

Lakin siyasi kariyeri çoktan sona ermiş Kılıçdaroğlu’nu kum torbası olarak kullanmanın da ileriye bir faydası yok. Asıl sorunun teşhisini yapalım. “Ehven-i şercilik” yani “kötünün iyisini tercih etme” stratejisi çöktü. Yalnız bizde değil, dünyada böyle bu. Fransa’da Le Pen seçilmesin diye diye sağcı adaylara verilen tavizler, Macron’u Le Pen’den hâllice bir otokrat olarak başta tutuyor mesela. Tek vasfı “Le Pen kadar olmamak” olan biri o kadar alçak bir çıtanın üstünden atlıyor ki, arada minimal farklar kalıyor. Merkez politikalar, yaşanan ekonomik kriz ve göçmen kriziyle de bağlantılı olarak o kadar sağa kaydı ki, aşırı sağ merkeze gelmiş oldu. Aşırı sağın bugün bizimki dahil birçok ülkede ana akımlaşmış olması, faşizan deli saçmalarının meşruiyeti ağızlardan duyulmasının bir sonucu. Artık ayıpladığımız bir ayrımcılık kalmadı mesela. Alevi düşmanlığından transfobisine kadar her şey, bıraktım ana akımı, merkez siyaseti, sol siyaset içinde bile yankılanabiliyor. Yalnızca vicdani değil, ideolojik olarak da devasa bir erozyon yaşanıyor, bunun sonu faşizmin üzerimize yıkılacak heyelanından başka bir şey değil.

Bizim hâlâ tertemiz ve berrak bir siyasi ufkumuz var, yönünü Gezi’de bulduğumuz. Herkes için eşit haklar ve adalet ve yeni bir demokratik sosyal sözleşme talebi, bugün de Erdoğanizm’den tek geçerli çıkış olarak duruyor karşımızda. Lâkin, biz, yani Türkiye’nin demokratik güçleri, bu toplumsal talebi, kurumsal siyaset içerisinde elle tutulur bir projeye dönüştüremedik. Böyle olunca, çözüm, bu talebi temsil etme iddiasındaki adayları desteklemek oldu. Kılıçdaroğlu adaylığı da böyle bir vekaletin sonucu olarak desteklendi. Ama artık görülmeli ki, olmuyor. Yeni bir şeyler denemek, alternatif yaratmak lazım. Eldeki yol haritasını örgütlenmek, kitleleri dönüştürmek, “ehven-i şer”in acilciliğini boşa düşürmek için kullanmak lazım. Bakın on sene geçti Gezi’den beri, biz hep “Türkiye tarihinin en önemli seçimleri”nde “kazanacak aday” aradık. Elimizde koca bir hiç var. Bu on seneyi kendi hikayemizi yazmaya adasaydık, belki sonuç farklı olurdu.

İşin kötüsü, dağılmışlığımız, yeniklik hâli, “ehven-i şer” kolaycılığına kaçmanın yolunu da yapıyor. Şimdi biz kendimize gelene kadar yerel seçimler gelecek. Yine can hâvliyle, kim ortaya fırladıysa onun peşinden gideceğiz. Bunun sonu yok, kendi kuyruğumuzu kovalıyoruz.

Artık belki de imkansızı kovalayıp, umutsuzluktan çözüm çıkarmanın vakti gelmiştir. Ne dersiniz?

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.