"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kategori: taraf

Dağhan Irak’ın Haziran 2010-Mayıs 2011 tarihleri arasında Taraf Gazetesi’ndeki “Ters Kanat” köşesinde yazdığı yazılar…

Efsane Değirmeni

Zenga, Gerets, Zico, Tigana, Rijkaard… Çocukluğumda gözüm dönmüş bir şekilde tamamlamaya çalıştığım çıkartma albümlerinden bana bakan genç yüzler bunlar. Ne Tigana?nın 86?da Rocheteau?yla, Giresse?le poz…

Rengi Yeşil, Kendisi Kara Bir Sevda…

Geoffrey Guichard?da bir gece, yeşil formalı Mickey 3D gitarıyla sahneye çıkar ve eski masalı anlatmaya başlar, altın yılları kaçırmış genç St.Etiennelilere: ?O gece, sezonun ilk maçıydı ve Johnny Rep?in sarı saçları vardı. 45 bin kişi ?Cadı Kazanı?na yerleşirken, Johnny Rep üstünü değiştiriyordu. O gece soyunma odasından bir melek geçti ve Johnny Rep yeşil formasını giydi. O gece ay şampiyonlara yarenlik ediyordu ve Johnny Rep kramponlarını parlatıyordu.?

Fransa?da bir şehir var ki, bugün bile kırk yıl öncesinde yaşıyor. Yeşil-beyaz renklere gönül veren binler için St.Etienne hâlâ Rep?in, Platini?nin, Rocheteau?nun takımı, hâlâ Avrupa?nın zirvesini zorluyor ve en önemlisi hâlâ Lyon, futbol söz konusu olduğunda St.Etienne?nin küçük bir banliyösü. Jean Michel Aulas?ın Olympique Lyonnais?yi ikinci ligden alıp gerçek bir hanedanlığa çevirdiği 2000?lerde, bir başka deyişle St.Etienne?nin Birinci Lig ile İkinci Lig arasında asansör takım olduğu yıllarda ?Stefanua?lar kendi kendilerine hep aynı şarkıyı tekrarladılar. St.Etienne onlar için hep en büyüktü, takım her sezonunun sonunu ligin dibinde geçirse bile.

Schalke’ye bakmak değil, Schalke olmak…

Gelsenkirchen bir zamanlar 600 kişilik bir kasabaydı. 1840’ta bir gün Kuzey Ren- Westfalya’nın bu köşesinde kömür madeni bulundu ve her şey değişti. İnsanlar buraya yerleşip hayatlarını “siyah altın”dan kazanmaya başladılar. 1904’te kurulan Schalke’nin kaderi bu madenlerden fışkırdı. Ekmeğini yerin dibinden çıkaran adamlar ve aileleri lacivert-beyazlı bir sevdayı yarattılar ve etrafında kenetlendiler. O günden bugüne, kömür madenleri Schalke’nin hep kalbinde yer aldı.

Bloglamak ya da bloglamamak

1970’lerin sonunda, iflas eden kapitalist Britanya’nın sosyal çöküntüsüne karşı isyan bayrağını açan punklar, yarattıkları Kendin Yap (Do-It-Yourself veya DIY) (est)etiğiyle serbest piyasanın kendisi için ürettiklerini reddetmiş ve kendi kültür ürünlerini -ve tabii haberlerini de- kendisi üretmeye başlamıştı. Kuralsız gibi gözüken ama kendi içinde bir tutarlılığa dayanan ve kapitalizme -iktidara- teslim olmamayı şiar edinmiş bir hareketti bu. O güne kadar süje olarak görülen, mesajın alıcı tarafındaki edilgen insanın mesajı üretmeye başlaması, her türlü sosyal iletişimin biçimini sonsuza dek değiştirdi. Internet üzerinde tutulan günlükler, yani bloglar günümüzde Kendin Yap estetiğinin temsilcileri olarak karşımıza çıkıyor. Herhangi birinin, ücret ödemeksizin, özel teknik yeteneklere sahip olmasına gerek olmaksızın Internet üzerinde üretim yapmasını sağlıyor bloglar. Bu bakımdan da Kendin Yap’ın önemli koşullarını sağlıyorlar. Türkiye’de özellikle futbol alanında bloglar çok hareketli ve sürekli artan bir üretim var.

Sponsor? Bir de bana sor!

Boronkay, Beslen, Çukurova, Tofaş, Paşabahçe, Petrolofisi, Jet-Pa, Eti, Nasaş, Netaş, Meysu, Tuborg, Mis Süt, Vestel, Sönmez Filament, Kombassan, Arçelik, Salat… Merak etmeyin, gizli reklam yaparak köşe üzerinden yolumu bulmaya çalışmıyorum, zaten beceremem. Türlü meczuplukla süslenmiş bir laf salatasının peşinde de değilim, zira meşhur ve meşum bir gazetenin üçüncü sayfasının köşe baykuşu değilim. Türkiye sporunda nalları dikmiş sponsorlukların hesabını yapıyorum. İlk elden bir yirmi tane çıktı, daha da yazılır ya neyse…

Süpürenler – Süpürülenler

Sporla hayatı birleştiren bağları didiklemeye niyetliyseniz eninde sonunda – ama mutlaka- “yeni icat çıkarmakla” suçlanırsınız. Sporun hayatın farklı alanlarındaki kökleri istediği kadar aleni ve hayati olsun, birileri çıkar ve “cık cık cık” ritmi eşliğinde aynı şarkıya başlar. Bazen karşınızdakinin o kadar rahatsız olduğunu hissedersiniz ki, aslında bir damara basmakta olduğunuzu ister istemez fark edersiniz. “Bir kadın çıkardınız, olmaz bayandır o” diyen kaşlarını çatan federasyon başkanının ya da veteran spor yazarının öfkesi, “dünyanın en şaşkın penaltısı, bayandan” diye başlık atan spor sitesinin “oh bayan yapmış, oh kadınlar futbol oynayamaz” minvalli isteri krizi, “spora politika sokmayın arkadaşım” diye söylenen anonim kardeşler korosunun hiddeti bu rahatsızlığın kaynağını merak ettirir.

PAOK: Şu Çılgın İstanbullular

Fenerbahçe’nin UEFA Avrupa Ligi’nde Yunanistan’ın PAOK ekibiyle eşleşmesi, gözleri Selanik’in siyah-beyazlı takımına çevirdi. PAOK’un İstanbul kökenli bir kulüp olması bu iki maça gösterilen ilgiyi de oldukça arttırdı.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki benzerlikler ve farklılıklar, milliyetçilikler yüzyılının kanlı tarihiyle birleştiğinde güvensizlikler ve gerginlikler şeklini alıyor. Ancak bir yandan da iki tarafın birbirine duyduğu karşı konulmaz bir merak var. PAOK hakkında da Türkiye’de tevatür çok; Beşiktaşlı oldukları için amblemlerinin kartal olduğundan tutun da, taraftarlarının Sırbistan’daki Partizan’a neo-nazi oldukları için sempati duyduğuna kadar. Hatta PAOK’un K’sinin Konstantinoupoli olmasını kulübün İstanbul’u geri almak amacıyla kurulduğunun delili sayanlar bile var.