"Enter"a basıp içeriğe geçin

Futbolda ırkçılığı ve kadın düşmanlığını ne yaratıyor?

12 Eylül 1980 darbesi yapılırken amaçlananlardan biri Türkiye’de halkın politize olarak ülke yönetiminde doğrudan pay sahibi olmasını kalıcı olarak engellemekti. Böylelikle yalnızca o dönemde kitleselleşen halk hareketlerinin önü kesilmiş olmayacak, o kitlelerin tekrar devrimci refleksler edinerek hakim güçlere karşı ayağa kalkması imkansızlaşacaktı. 12 Eylül ve kendisini onun içinden var eden neo-liberal sağ iktidar kamunun siyasal algısını kalıcı olarak sakatlayacak bu süreçte iki silaha güvendiler; medya ve futbol. Halkı bilgilendirmekten ziyade onu yeri geldiğinde güdüleyecek, yeri geldiğinde oyalayacak ve aptallaştıracak yeni dönem medya ve hemen hemen aynı amaçları güden futbol, 12 Eylül’den itibaren itinayla beslendi ve büyütüldü. Bugün bu iki alanın Türkiye sosyal hayatına tartışılmaz bir şekilde hükmettiği günleri yaşıyoruz. Yeni nesiller hayatı televizyon dizileri ve futbol maçları üzerinden anlamlandırıyorsa bu tesadüf değil.

Bir başka tesadüf olmayan mesele ise kendisine böyle bir görev biçilen futbolun Türkiye’deki yapısı. 12 Eylül sonrası futbol Türkiye’de sermayeyle iktidarın iş birliği yaptığı bir alan oldu. Devlet, futbolu dış kabuğu steril apolitizmden, içi ise gerektiği hâllerde patlamaya hazır latent koşullanmalardan oluşan bir süpernovaya dönüştürürken, sermaye bu yapının ortaya çıkardığı koşullardan maksimum kârı elde etme karşılığında bu düzenin gönüllü bekçiliğine soyundu. Sonuçta ortaya bariz bir şekilde kamunun aleyhine çalıştığı zamanlarda bile kimsenin itiraz etmediği, gerekli hâllerde hakim yapıya rıza üreten, hegemonik bir futbol kültürü çıktı. Futbol bu anlamda 12 Eylülcülüğün ve Özalizm’in hayal ettiği Türkiye’nin mikrokozmosuydu.

Irkçılık ve kadın düşmanlığının bu resimde çok önemli bir role sahip olduğunu atlamamak gerekir. 12 Eylül’ün resmi ideolojisinin toplum hayatındaki temsilciliği ideolojinin doğası gereği sünni-Türk-hetero-erkek “çoğunluk”a teslim edilmiştir. Bu ideolojinin kültürel kodlarını içselleştiren bu kitle, aileden başlayarak toplum hayatının her basamağında düzenin devamını sağlar ve savunur. Futbol, bu kitleye gökten indirilen bir hediye gibidir. Devlet ve sermayenin araçları, başta da spor medyası, futbolun bu kitleye münhasır olmasını sağlamakla mesuldür. Eşcinsellerden hakem, kadınlardan futbolcu olmamasını devlet sağlar, futbolun dilini erkekleştirmek ise sermayeye düşer. Sermaye, cinsiyetçi küfürleri normalleştirdiği gazeteleri, “erkek adamın şampuanı”nı, “adam gibi bira”yı satarak komisyonunu almaktan da imtina etmemektedir. “Vatan toprağını öptürdüğümüz İngilizler”, “ağlattığımız Yunanlar”a karşı çarşaf çarşaf yazılan destanlar da tirajları coşturur.

Kitlelerin, ırkçılık ve erkeklik övgüleriyle hezeyanlara salınmasının ciddi bir siyasi değer taşıdığının da altını çizmekte fayda var. Futbol, kendisine yüklenen psikolojik güdülenmeler sayesinde devrimci refleksleri budanmış, yani kendi hayatının kaderini çizme olanağı elinden alınmış bir kitlenin yaşadığı “iktidarsızlık”ı erkeklik ve güce taparlık üzerinden sağaltma görevini üstlenir. “Onlar”a sokan, koyan, geçiren ve daha daha neler yapan “biz”, elimizden alınan diğer yapabilirliklerimizin yasını tutmak durumunda kalmayız. Futbolun bu kadar büyük bir iktidarsızlığı ikame ediyor olması, onu şu andaki hâliyle muhafaza etmeyi uğruna can verilecek derecede hayati hâle getirir. İktidarsızlığın arttığı dönemlerde, futbol üzerinden ifade edilen hırçınlık da artar.

Yukarıda kabaca tarif etmeye çalıştığım resme bakınca, bir grup taraftarın “Kahrolsun PKK” sloganlarıyla 8 Mart’a katılan kadın eylemcileri bıçaklaması sürpriz gözükmüyor. Futbol içinde özellikle son dönemde yükselen kadın düşmanlığını fark etmemek için epeyce duyarsız olmak gerekir. Sosyal medyada genç bir erkek kitlenin dilini incelemek, spor gazetelerine isim olabilecek kadar banalleştirilen cinsel açlık tezahürlerinin yaygınlığına şahit olmak, tüm mesaisini halkın üzerinde hegemonya kurmaya harcayan bir iktidar döneminde hayal kırıklıkları giderek artan gençlerin iktidarsızlığını ikame etme çırpınışlarını okumak için yeterli. Bu durum; orta sınıf, şehirli, öğrenim görmüş kitlede stilize diyebileceğimiz bir tür maşizm modası, bir tür “beyler” alt kültürü yaratırken, lümpenliğe mahkum edilmiş daha alt sınıflarda bu olayda olduğu gibi ele bıçak alıp sokağa dökülmeyi doğurabiliyor.

Bu arada daha önce de maşist ve ırkçı eylemleri bilinen bir taraftar grubunun kadın eyleminin olduğu yere erişiminin engellenmemesinin çok masum olmayabileceğini de söyleyelim. Zira, hükümet taraftarları fişlemenin ve özel bilgilerini şirketlere satmanın yolunu açacak e-bilet uygulamasını itirazlara rağmen uygulamaya koymaya hazırlanıyor. Bu uygulamanın yasal zeminini hazırlayan 6222 sayılı “Sporda Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”un yine aynı taraftar grubunun karıştığı bir olay neticesinde başlatılan büyük bir medya kampanyası sonrasında çıkartıldığını unutmamak gerekir. Bir taraftan böyle olması için her türlü koşul sağlanan taraftarların, böyle olmaları bahane edilerek kamu aleyhine yasalar çıkarılmasının nedeni yine yukarıdaki okuma üzerinden anlaşılabilir.

Sözün özü, futbol içinde bulunduğu toplumsal ve siyasi hayattan bağımsız değil. Aksine onun içinde büyük bir fonksiyona sahip. Türkiye futbolunda yaşananları bu bağlamdan kopararak incelemek, kaçınılmaz olarak yanlış çıkarımlara neden olacaktır. Almanya’da tribünlerde homofobi aleyhine pankartlar açılabilirken, Türkiye’de taraftarların kadın bıçaklaması, herhalde futbolun kendisi neden gösterilerek açıklanabilecek bir durum değildir.

4 Yorum

  1. 1967 1967 10/03/2013

    Bu mudur yani ? Bursaspor taraftarının ırkçı tavrını bütün futbol taraftarlarına yıkınca ülke futbolunu çözmüş mü oluyoruz ? 

    • daghanirak daghanirak 10/03/2013

       Soruyu şöyle değiştirip size geri sorayım, ırkçılığı bir tek Bursa taraftarına yıkınca sorunu çözmüş mü oluyoruz?

  2. Cinaynasi Cinaynasi 10/03/2013

    Yaşanılan her olumsuzluğun ‘first sin’e havale edilmesine benzemiyor mu biraz. 12 Eylül üzerine yazılmadık yazı kalmadı. Okumalardan okumalara doyamadık. Ama artık biraz kabak tadı verdi. Bursa Spor taraftarı oldukları söylenen saldırganların mayasını bozan şeyin 12 Eylül olduğunu söylemek hem kolaycılık hem de biraz ‘elmayı ısırdık işte bir kez’ kaderciliği içermiyor mu? Çok açık olan şey şu ki, Bursaspor deplasman seyircisinin İnönü’deki tezahürü her zaman ‘Ermeni Köpekler’ nidalarına eşlik eden tekbirlerle bezeli olmuştur. Yani bu grubun halet-i ruhiyesi Türkiye’de 12 Eylül’ü de önceleyen bir ırkıçı-faşist hattır ki, bunu adınca söylemek çok zor olmamalı. Meseleyi bu yazıdan algılamaya çalışırsak Alkaralar’ı, Tek Yumruk’u, Sol Açık’ı ve elbette Halkın Takımı Çarşı’yı açıklamak mümkün değil.

    • daghanirak daghanirak 10/03/2013

       Eğer Tekyumruk, Sol Açık ve Halkın Takımı’nın (Çarşı değil) taraftarı oldukları kulüplerdeki taraftar profilini temsil etme konusunda en ufak bir temsiliyeti olsaydı haklıydınız. Oysa ki yalnızca maça giden taraftarlar arasında bile bu grupların kayda değer bir etkisi yok. Mesela Sol Açık’ın diğer taraftar gruplarının baskısından dolayı Emre Belözoğlu konusunda sesini çıkaramadığını biliyorum. Gençlerbirliği’nin taraftar sayısı diğer kulüplere göre çok daha az olduğu için onu konu dışı bırakıyorum, zira üç büyük kulübün taraftar sayısı toplam taraftarların %90’ından fazlasını oluşturuyor.

      Özellikle Beşiktaşlı taraftarların meseleyi hiç üzerlerine alınmadan Bursaspor taraftarına ihale ettiğini gözlemliyorum ki, yanlış. Evet, Beşiktaş tribündür Çarşı’nın ve Alen Markaryan’ın etkisiyle milliyetçi dalgalardan en az etkilenen tribündür, bu doğru. Ama bu Beşiktaş’ı konu dışı bırakabileceğimiz anlamına gelmiyor. Tribünde ülkücü yok evet ama İnönü’de de defalarca milliyetçi sloganlar atıldı, Liverpool maçındaki gibi milliyetçi şovlar yapıldı. (Eboue’ye yapılan cinsten münferit ırkçı hareketleri karıştırmıyorum). Meselenin cinsiyetçilik boyutunda ise Çarşı’nın payı, belki diğer kulüplerin taraftar gruplarınınkinden bile fazla. Çarşı yıllarca tüm söylemini cinsiyetçilik üzerine kurdu. Bunu reddedenlerin şu Japon bayrağının ne olduğunu bir açıklamaları gerekir.

      Bakış açınızdaki sorun şu. Meseleyi Bursaspor taraftarına yıkarak, münferitleştiriyorsunuz. Bu Türkiye’de Alevilerin yalnızca Sivas’ta saldırıya uğrayabileceğini iddia etmek gibi bir şey. Bir olay genelgeçer koşullara dayanarak ortaya çıkıyorsa, onu münferitleştirmek, o koşulları görmezden gelmek anlamını taşır. Evet Bursa’da böyle bir damar var, ama o damar bir tek Bursa’da yok. İnönü’de, şu veya bu stadyumda latent olarak bekleyen bir sürü ırkçı var. Bunları örgütleyecek koşulların Bursa’daki gibi oluşmamış olması oluşmayacak olması anlamına gelmiyor. Bursa taraftarı ırkçı zaten deyip işin içinden çıktığınız zaman, bu meseleyi pas geçmiş oluyorsunuz. Bu bana doğru gelmiyor.

1967 için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.