"Enter"a basıp içeriğe geçin

Dağhan Irak kişisel sitesi Yazılar

koza*

Şöyle bir geriye bakıp düşündüğünde bu dünyayı hiçbir zaman o kadar da fazla tutmadığını fark etti, ki aslına geriye bakmasına da gerek yoktu, bugünü de…

arkadaş telefon

?Telearkadaş’a hoşgeldiniz. Lütfen telefon numaranızı tuşladıktan sonra yıldız tuşuna basın ve size verilen şifreyi girin?

Burası yalnız bir şehir. Herkes ortalığa döküldüğü zaman milyonlarca kişilik dev bir kitle gibi gözüküyorsunuz. Ama aslında bilmem kaç milyon yapayalnız insandan başka bir şey değilsiniz. Tanıyabileceğiniz, sevebileceğiniz ya da nefret edebileceğiniz milyonlarca insanla hiç konuşmadan aynı havayı soluyorsunuz. Etrafınızda çok az insan var ve onlar bile sizi pek sevmiyor.

?sen en güzel duyguların katilisin?

Millî takımlar biraz sorunlu varlıklar. Eğer ulusla aranız çok sıkı fıkı değilse, ulusal takımla bağ kurmakta biraz sıkıntı çekebiliyorsunuz. Bir şeyleri paylaşmıyorsanız ?bizim oranın çocukları? olmaları bazen desteklemeniz için yetmiyor. Ben Fatih Terim?in ?yetersiz milliyetçi? olarak isimlendirdiği insanlardan biri olarak bu sıkıntıyı çok yaşadım. Millî takım nadiren içime sinmiştir, nadiren içten desteklemişimdir. Ya yaratılan milliyetçi hezeyandan canım sıkılmıştır ya da oynayan oyuncuların kafa yapıları hoşuma gitmemiştir.

oradaymışçasına ahkâm notları

EURO 2008?de grup maçları tamamlanıp, her takımı üç kez seyrettiğimize göre akademik ahkâm kesme sınırını geçmiş sayılırız. Bence bu turnuvanin anahtarı, şu ana kadar gençlik ve kontrataklar oldu. Bu iki unsurun ikisine birden sahip olan takımlar turnuvanın en iyi takimlari oldu; Hollanda, İspanya ve Portekiz gibi. Birine sahip olanlar da iyi kötü devam ettiler; Hırvatistan?ı, Almanya?yı, hatta defansını gençleştiren İtalya?yı bu kalemde saymak mümkün. İkisi de olmayanlar ise evlerinin yolunu tuttular. Bu turnuva, bir yaşlı takımlara, bir de ağır defanslara hiç acımadı. Sanırım defansının arkasına top sarkıtıp da sağ kalabilen bir bizim takım var, bunun da ne türlü mucizelerden sonra olabildiğini biliyoruz, ki dikkat ederseniz bizim kader golleri de hep tek pasta ve defansın arkasına sarkarak?

değer ağabey

?Bak Bağış’a da söyledim, sana da söylüyorum. Arkamdan yürüme, öncün olamayabilirim.Önümden yürüme, takipçin olamayabilirim.Yanımdan yürü ki ikimiz de eşit olalım.? Eurosport’taki ilk yıllarımız… Anlattığımız her…

yabani vaziyetler

Tıklım tıklım bir voleybol sezonu yaşıyoruz. Ligler son hızıyla devam ediyor, Avrupa’da ise artık kupaların sahibini bulmasına günler kaldı. Türkiye, ilk kez dört takımla katıldığı Şampiyonlar Ligi’nde maalesef dişe dokunur bir başarı yakalayamadı, Vakıf-Güneş’in dörtlü finali de olmasa tam anlamıyla kayıp bir sezon olacaktı. Kadınlarda (neden ?bayanlar? demediğimi başka bir yazıda gerekçeleriyle tartışmayı düşünüyorum) Türkiye gibi üç takımla başlayan İtalya, üç takımını da altılı playoff’a getirdi, birbirlerine düşmeseler belki dörtlü finale de ailecek geleceklerdi. Kaldı ki erkeklerde de iki İtalyan takımı dörtlü finale yükseldi. Zaten iki tarafta da formül aynı; evsahibi takım, iki İtalyan artı bir Rus takımı. Bunun çok da şaşırtıcı olduğunu düşünmüyorum. Pos bıyıklı meşhur bir adamın yıllar önce teorisini çizdiği gibi altyapı, üstyapıyı belirliyor. Altyapısı olmayan ülkelerin yolda döküldüğü bu sezonda, geriye düşenler açıklamayı metafizikte arayabilirler, lâkin pos bıyıklı adamcağızı mezarında ters döndürmenin anlamı yok. Altyapısı olmayanın üstyapısı da olmaz.

Sporting – Benfica: “Aristokratlar”, “halkın takımı”na karşı

Bir şehir düşünün, mavi suların kıyısında, farklı kültürlerin iç içe olduğu bir şehir… Yüzyıllarca bir ülkenin kalbi olmuş bir şehrin yüz yıllık iki takımını düşünün, ?üç büyükler?den ikisini… Geride kalan yüzlerce maçtan sonra hâlâ o maç geldiğinde ülkede hayat duruyor. O hafta tüm ülke, aristokrasi geleneğinden gelen ?Aslanlar?la kendisine ?halkın takımı? diyen ?Kartallar?ın mücadelesini konuşuyor. Bu hikâyenin şaşırtıcı bir şekilde tanıdık geldiğinin farkındayız. Ancak Akdeniz coğrafyasının en doğusundaki güzel şehirden değil, en batısındaki güzel şehirden,
Lizbon?dan bahsediyoruz. Sporting-Benfica derbisinin bizim derbilerimizden birini andırması da aslında çok sürpriz değil. Zaten Akdeniz?deki her liman şehri akraba. Kuzenlerin de birbirine benzemesi doğal. Yine de Portekiz?in yüz yıllık ?O Classico?sunun anlatacak farklı hikâyeleri de olsa gerek.

üç silahşörler (ve ilâveten dartanyan)

Olimpiyat Elemeleri’ni bitirmenin huzuru içinde bu yazıyı yazıyorum. Hem voleybol kalitesi, hem sonucun adilliği, hem de millî takımın oyunu açısından tatmin edici bir turnuva oldu. Bu yazı, upuzun bir turnuvanın, upuzun bir özetidir. Smaçörler çuvalladığı için değil, defanslar iyi çalıştığı için uzun süren bir rallinin heyecanı içinde okunmasını dilerim.

kaybedenler olimpiyatı

Spor spikeriyseniz ve olimpiyat oyunlarını nakledecek bir kanalda çalışacak kadar şanslıysanız, 366 gün süren yıllar sizin için başka bir anlam ifade eder. Çünkü o yıllar olimpiyat yılıdır ve ?dört yılın sultanı? bir ay -ki bu yıl Ağustos’a denk geliyor- zihninizde işaretleniverir. Atina’yı kaçıran, Torino’nun ise açılış törenini anlatma şerefine nail olan bendeniz için de kuşkusuz Pekin büyük önem taşıyor. Tabii ki bu yazı neyse ki benim değil, Pekin’in, daha doğrusu ona giden yolun üstüne.

Partizan: Tito’nun rüyasıydı

Mareşal Josip Broz’un, daha çok bilinen ismiyle Tito’nun bir rüyası vardı. Yugoslavya ülkesindeki tüm bölgeleri etnik ve dini farklılıklara dayanmaksızın özerk ve eşit olarak bir arada yaşatmak. Ustaşilerin etnik temizlik harekâtlarını, Nazi bombardımanı altındaki Belgrad’ı yaşayan Sırplar, Boşnaklar, Hırvatlar, Slovenler, Makedonlar ve Karadağlılar Tito’nun rüyasına inandılar ve Federal Yugoslavya Halk Cumhuriyeti çıktı ortaya. İkinci Dünya Savaşı biter bitmez ülkenin tüm kurumları yenilenmeye başladı. Krallık döneminden ve öncesindeki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan kalma âdetler yerini yeni bir sisteme bırakıyordu. Yeni ülkenin spor politikalarını da bu yepyeni sistem şekillendirecekti.