"Enter"a basıp içeriğe geçin

Yazar: Daghan Irak

Hajduk Split: Külhanbeyleri Zor Durumda

Yugoslavya… Tito’nun kristal küresi… Politik terminolojiyle bağlantısız, şairin diliyle konuşursak “kaygılardan azade.” Tito’nun ölümünden sonra ise kristal küre tuzla buz oldu, her parçası bir tarafa dağıldı, dokunanın elini kesti. Simon Cuper’i haklı çıkarırcasına futbol da hiçbir zaman yalnızca futbol olmadı Yugoslavya’da. Geride kalan yüzyılın en büyük katillerinden Arkan’ın tribün lideri, taraftar gruplarının paramiliter kuvvet olduğu, maçlarda ayrılık şarkılarının yakılan bayraklara eşlik ettiği bir ülkede olamazdı da zaten. Bu nedenledir ki Yugoslavya’yla ilgili anlatılan her futbol hikâyesi biraz savaş, biraz kan içerir. Kuşkusuz Hajduk Split’in hikâyesi de bundan farklı değildir.

Afrika Şampiyonlar Ligi: Futbolcu Diyarının En Gözde Arenası

Afrika kıtası… Yıllarca korudu bilinmezliğini, ta ki bir gün beyaz adam keşfedene dek. Sonra kaynaklarını verdi ona, emeğini verdi, günü geldiğinde canından başka verecek bir şeyi kalmamıştı. Onu da verdi, karşılığında özgürlüğünü aldı. Afrika özgürdü artık, ama yorgundu, tükenmişti, fakirdi. Geriye kendi kabile kültürüyle, sömürgeciliğin yerleştirmeye çalıştığı kültürün bir karmaşası ve cetvelle çizilmiş sınırlar kalmıştı. İçine düştüğü umutsuzluk ve kaosun içinde futbola sıkı sıkı bağlandı Afrika.

bana diz çöktürdün leyla*

Sabahın köründe, ismi lazım değil bir sahil kazasında belediye otobüsü beklerken buldum kendimi. Oysa ki böyle olmamalıydı, olmayacaktı. Ben bu saatlerde ya Leyla’nın kollarında uyuyor olacaktım ya da yüzümde dünyanın en tatlı gülümsemesi olduğunu zannettiğim şapşal bir sırıtış olacaktı. Ancak sabahın bu kör vaktinde, hem de hiç de tatil sezonu olmayan bu zamanda, sırt çantamla beraber otobüs bekliyorduk, bir de tabii o kazanın sakinleri vardı yanımızda. Tatil yerlerinde sürekli yaşayan insanlar bir tuhaftır, kışın hatta baharda giderseniz size yanlış zamanda gelmişsiniz gibi bakarlar. Aslında yaz mevsiminde de tuhaf bulmuşumdur hep kendilerini, o zaman da, sözgelimi denize girerken, sanki onların hayatının rutinine olağanüstü bir şey muamelesi yapmanızı garipserler. Ne var işte deniz burada, biz hergün giriyoruz, istesek kışın da gireriz (çorapla), ama senin gibi deniz topuyla, şezlongla, termosla gelmiyoruz, görmemiş herif. Evet, aynen böyle der gibi davranırlar, belki “görmemiş herif” demiyorlardır, ama diğerlerini dediklerinden eminim. Yani ben olsaydım derdim, hatta “görmemiş herif” de derdim.

fikir adamı

?Tamam kardeşim, bugünlük bu kadar. Başka fikir almıyoruz, yeteri kadar aldık bugün. Haydi kardeşim, yarın denersiniz şansınızı. Yavaş yavaş boşaltalım dükkanı. Haydi canım, bizim de işlerimiz var.…

sendeniz?*

Bir taşın üzerine çıkmış düşünüyorum, tünemiş olduğumu iddia etmek de mümkün, en azından uzaktan öyle gözüküyor. Nasıl gözüktüğüm pek önemli değil zaten, önemli olan ne var onu da bilmiyorum. Bugün senin doğumgünün, yanında olamıyorum, bu beni nasıl hissettiyor ya da nasıl hissettirmeli, onu da bilemiyorum. Bu gece yanında olma isteğim her gecekinden daha fazla ya da daha karmaşık değil. Zaten daha fazla ya da daha karmaşık olduğunda farketmiyor, çünkü bir doyma noktası var, oradan sonra suda çözünemiyor ve dipte bir tortu bırakıyor. Oysa tortunun çökeceği bir dipten bahsetmek olası değil, orası çoktan benim seninle ilgili bir sürü düşüncemle doldurulmuş durumda. Günler ve geceler içerisinde dalıyorum ve dipten hayaller çıkarıyorum seninle ilgili, yanıma getiriyorum seni, seninle konuşuyorum, bazen de daha çakıllı şeyler geliyor billurdan ziyade. Beni kırdığını biliyorsun, ben de kırıldığımı biliyorum, bunun için kin tutmuyorum sana ama unuttuğumu da söyleyemem, belki de herşeyin dipte kalmasının nedeni bu. Yine de dipte de kalsa benim suyumun bir parçası, suya karışamaması umrumda değil, belki kana karışmayı daha çok sevdiği içindir diyorum. Bu gece dipten abuk subuk sorular çıkardım seninle ilgili, sana soramadığım, kendime sormanın eğlenceli ve bir o kadar da ipe sapa gelmez olduğu.

?o?

Önümde bir çay bardağı fotoğrafı. Koyu renkli bir tahta masanın üzerine konuşlanmış bardak, rahatsız edici bir şekilde kadrajın sağına doğru kaymış. İnsan gözü ilk sağ ortayı görür ama ben hayat boyunca ortanın sağından hiç hazzetmedim, lakin benim tercih ettiğim sol şerit fotoğrafta nadasa bırakılmış, veyahut müteahhite verilecek karşılığında betonarme daire alınacak. Sol taraftaki tek ayrıntı tahta masanın hafif ayrılmış parçası, bunun da tesadüf olduğunu tahmin ediyorum, zira resimde öyle aman aman bir kompozisyon derdi yok. Çay bardağını tam tepeden çekmenin iyi bir fikir olduğu üzerine yoğunlaşılmış, kuşların çay bardaklarını nasıl gördüğü konusunda merak sahibi bir izleyici kitlesi hedef edinilmiş. Ben çay bardaklarına tepeden bakma meraklısı değilim, zira onların da bir haysiyeti olduğunu düşünüyorum.

adam asmaca

gece çok zor geçmişti, artık bir noktadan sonra çektiğim acı beni alıp sürüklemeye başlamıştı, karşı koyamıyordum, bir çığın içerisinde yuvarlanıyor gibiydim, duramıyordum, kurtulamıyordum. şimdiye kadar hep buralarda durmak için bir nedenim olmuştu, şimdi düşündüğümde ise artık yoktu nedenim, gidebilirdim artık, hatta gitmeliydim, kalmak acı çekmekten başka işe yaramıyordu çünkü.