Hafta, Özgür Gündem’e 30 gün kapama cezası verilip sonra ölümü gösterip sıtmaya razı eder gibi bir haftalık yasaktan sonra ?affedildiği? hafta. Hafta, KESK’li emekçilerin Ankara’da polisten meydan dayağı yediği hafta, sırf gündemdeki yasalar hakkında düşündüklerini ifade etmek istedikleri için. Böyle bir haftada Türkiye akademiyasından, entelijansiyasından bu ülkede ifade özgürlüğü ile çalışmalar yapmasını beklemek son derece doğal, yapıyorlar da zaten.
Önümüzdeki günlerde ifade özgürlüğüyle ilgili iki panel var. Birini İfade Özgürlüğü Platformu düzenliyor. Konuşmacılar; Halil Berktay, Yasemin İnceoğlu, Hasan Cemal, Kerem Öktem, Timothy Garton Ash. Diğeri ise Bilgi Üniversitesi‘nin düzenlediği, panelden ziyade geniş kapsamlı bir etkinlik, Hollandalı konuklar da var. Konuşmacılar arasında Banu Güven, Oral Çalışlar, Andrew Finkel, Ragıp Duran, Yavuz Baydar gibi isimler bulunuyor. İki etkinliğin ortak özelliği, Özgür Gündem’den ya da emekçi hareketinden kimsenin çağrılmamış olması.
Benim gözlemim, Türkiye’de çift taraflı bir oryantalist eğilim olduğu yönünde, özellikle akademik/entelektüel alanda. Yabancılar Türkiye’yle ilgili belli insanlardan belli şeyleri duymak istiyor, buradakiler de onlara onları veriyor. Konuşacak isimler belli, konuşulacak konular belli. Yabancı dil bilen, üst-orta sınıf entelektüeller, gazeteciler döne döne aynı meseleleri anlatıyorlar.
2000’lerin başından yani Avrupa Birliği’nin pek moda olduğu yıllardan beri pek değişen bir şey yok. Herhalde Joost Lagendijk’tan hâlâ kapanış konuşması bekleyen bir Türkiye akademiyası, bir de ecnebi dostları kaldı.
Aynı şekilde Halil Berktay’dan, Hasan Cemal’den ifade özgürlüğü engellenen isimsiz kitleleri savunmasını, Oral Çalışlar’dan iktidar eleştiri yapmasını da.
Oysa Özgür Gündem Diyarbakır bürosunun kapı zili, paspası bile onlardan daha çok şey anlatır Türkiye’de ifade özgürlüğü konusunda. Ama herhalde yeterince prezentabl olmadıklarından konuşmacı listesine oralardan pek kimse alınmıyor.
Ragıp Duran’a ya da İrfan Aktan’a tabii ki bir itirazım yok ama onları şu an baskı gören Kürt gazetecilerin temsilcisi olarak atarken kime sorulduğunu da merak etmiyor değilim.
Ya da Hollanda’dan o kadar konuşmacı taşırken neden Diyarbakır’dan bir tanecik gazeteci getirmeye üşenildiğini…
Diyarbakır’ı da bıraktım, bu iki toplantıda editöryel özgürlüğü tamamen ekmek kavgasına kurban edilmiş plaza medyasının isimsiz editörlerini kim temsil ediyor, onların bir aylık kazancını muhtemelen bir akşam yemeğine harcayan Hasan Cemal mi?
Baskı gören gazeteciler meşhur entelektüellerin toplantılarında ancak bir gündem maddesi olabiliyor, mikrofonu yine prezentabl olanlar alıyor. Burada da hemen hemen yıkılmaz bir sınıfsal hiyerarşi söz konusu. Türkiye’de baskı gören insanların ifade hürriyeti, ancak onların elit temsilcileri tarafından savunulabiliyor. Türkiye’de bir basın özgürlüğü konferansının açılışını -Bilgi’deki organizasyonda olduğu gibi- Hollanda konsolosu, kapanışını AB politikacısı yapabiliyor, herhalde sömürgecilik nostaljisi olarak, ama ekmek parası uğruna türlü baskıya gıkını çıkaramayan emekçileri temsilen bir kişiye bile mikrofon uzatılmıyor. Kürtlere ise ?oraları bilen? Türk temsilci atanıyor.
Türkiye entelijansiyası ülkedeki ezilmişleri diline dolamayı pek seviyor da, dertlerini kendileri ifade etmeye kalkmadığı sürece.
Türkiye, fakir ailelerin çocuklarının kolay kolay akademik, entelektüel alanda yer edinemediği bir ülke. Bunun böyle olması çok normal. Çünkü ne eğitimde, ne de başka bir alanda fırsat eşitliği var. Bırakalım eşitliği, üst sınıflarla alt sınıflar arasındaki makas giderek açılıyor. Arkada sağlam bir maddi destek olmadan yüksek lisans ya da doktora yapmak -akademik kadro olsa dahi- pek mümkün değil. Böyle olunca bu alan ister istemez belli bir zümrenin alanı hâline geliyor. Dolayısıyla ezilmişlerin bu alandaki varlığı da genelde kendine bu alanda -genelde iyi niyetle- vazife çıkaran üst-orta sınıftan yetişme entelektüellere kalıyor.
Dediğim gibi bu ülkenin koşullarında bu anormal değil. Ancak işin içindeki iyi niyet, konuşma hakkını yalnızca üst-orta sınıf ve onların ecnebi ahbaplarına verince sorgulanır hâle geliyor. Türkiye’nin ezilenleri için akademik-entelektüel alanda var olmak zaten neredeyse imkansızken, onları bu alanla temas ettirebilecek bu tip organizasyonlarda konuşma hakkı vermek nedense zul geliyor. Türkiye’nin üst-orta sınıf okumuşları ezilmişlerin dertlerini kendi aralarında tartışıyor.
Ortaya LGBT temsilcilerinin davetiyesiz geldiler diye özel güvenlik yoluyla dışarı atıldığı ?insan hakları? panelleri, konsolosların konuşup sıradan medya emekçilerinin konuşamadığı ?basın özgürlüğü? konferansları çıkıyor. Buna yönetilen her türlü sınıfsal eleştiri ise rahatsızlık vesilesi oluyor.
Üst-orta sınıf entelektüellerin muhalifliği, kendi statüleri sorgulandığı an sona eriyor.
İlk Yorumu Siz Yapın