"Enter"a basıp içeriğe geçin

Dağhan Irak kişisel sitesi Yazılar

Newcastle-Sunderland: İki Şehrin Hikâyesi

Artık herkesin malûmu olduğu üzere, derbinin klasik anlamı, bir şehrin iki takımının karşılaşması. Ancak ?derbi? teriminin doğduğu İngiltere’de, ülkenin küçük yönetim birimlerine ayrılması ve aynı bölgede birbirine oldukça yakın şehirlerin bulunabilmesi, bölgesel mücadelelerin de derbi özelliği kazanmasının önünü sonuna kadar açıyor. Hatta bu derbiler, hangi şehrin o bölgedeki ?esas çocuk? olduğunu belirleme noktasında öne de çıkabiliyor. Pek çok şehrin Londra gibi dört-beş kalburüstü takım çıkarmasının mümkün olmadığı da düşünüldüğünde, şehirlerin büyük takımları genelde ezeli rakibini komşu şehirde buluyor. Yani aslında İngiltere’nin birçok yerinde yaşanan, büyük ölçekli bir ?aşağı mahalle-yukarı mahalle? rekabetinden başka bir şey değil. Bu bazen rakip yokluğunda sık sık karşı karşıya gelmekten kaynaklanıyor; kimi zaman ise köklerini önemli tarihsel olaylardan ve sosyal olgulardan alıyor. Derbinin kalıcılığını ise son kertede başlangıcındaki olayların öneminden daha fazla, tarafların o rekabeti ne kadar ciddiye aldığı belirliyor. Bazen taç atışını kimin kullanacağıyla ilgili bir tartışma, insanları iki kent arasındaki derin ayrımlar kadar etkileyebiliyor. Söz konusu olan İngiltere’nin kuzeyindeki Tyne and Wear Bölgesi olduğunda ise rekabetin köklerini daha ciddi olaylarda aramak gerekiyor.

şeşbeş ile hepyek

?Asla? diye bağırmış bulundu, kimin başlayacağını belirleyen o tek zar atışını kazanmanın içten sevincini yaşarken.

?Neye asla?? diye sordu beriki.

?Genel olarak? diye yanıtladı diğeri zarları alırken. İkinci zarın tavlada kalmasından hoşlanmamıştı. Rakibinden çekip almayı tercih ederdi. ?Arada sırada ‘asla’ diyerek prensip antrenmanı yapıyorum?. Şeş-ü dü gelmişti. Bir pulu yukarıdan kendi köşesine yaklaştırdı, ikiyi içeriden oynadı. Niye böyle yaptığını bilmiyordu.

Komşuda İstanbul-İzmir rekabeti: AEK – Panionios

Futbola ve İstanbul’a fena hâlde gönlünüzü kaptırmışsanız Yunanistan’a gidip de Atina’da yaşayan İstanbullular’ın takımı AEK’in maçına gitmemek olmaz. Hele ki İzmir göçmenlerinin takımı Panionios’la oynuyorsa. Atina’da öğlen yoğurtlu kebap – kazandibi yiyip akşam İstanbul – İzmir futbol rekabetine tanıklık etme ihtimaliniz, bunu Türkiye’de yapabilme şansınızdan daha yüksek. Zira İstanbul’un büyükleriyle İzmir’in devleri artık ne yazık ki ayrı liglerde yer alıyor. Oysa Yunanistan’da senede en az iki AEK-Panionios maçı izlemek olası. Biz de oraya kadar gitmişken bu maçı kaçırsaydık ayıp olurdu, kaçırmadık.

Çin Ligi: Bir acaip zor yarış!

Çin Halk Cumhuriyeti, geçtiğimiz günlerde tüm zamanların en yüksek bütçeli Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yaptı. Ucuz iş gücüyle tanınmasına karşın oyunlar için milyonlarca doları harcamaktan çekinmeyen Çin, aynı zamanda dünyanın en pahalı futbolcularından birkaçını da konuk etti. Ronaldinho’nun, Messi’nin, Riquelme’nin forma giydiği Olimpik Futbol Turnuvası, yüzme ve atletizmin gölgesinde kalmaktan kurtulamadıysa da eski olimpiyatlara kıyasla daha fazla ilgi topladı. Çin Halk Cumhuriyeti de ev sahibi unvanıyla katıldığı bu turnuvada, 2002 Dünya Kupası’ndan sonra ilk kez dünya çapında bir futbol organizasyonunda boy gösterme imkânı buldu. Batıya ihraç ettiği bir kaç yıldızı dışında pek bilinmeyen, fazla da kayda değer başarısı olmayan Çin futbolunun tarihi aslında oldukça eskiye dayanıyor. Ancak Çin futbol tarihinde futbol konusundaki bir istikrardan ziyade, ülkenin politik ve ekonomik dalgalanmalarını okumak mümkün.

içimdeki?

Evhamlıyım. Sürekli bende bir şeylerin yanlış gittiğinden şüpheleniyorum, ama doktora gitmiyorum. Doğrusu, doktora gitmekten korkuyorum, daha doğrusu bana neyimin olduğunu söylemesinden. Evet, ev yapımı evhamlarla çıldırmak daha zevkli değil ama yine de idare edilebilir bir tarafı var. Evham dalga dalga gelir, her şeyin kötü gittiğini hissedersin, endişelenirsin, ?aman canım iyiyimdir? dersin, geçer, sonra yine gelir. O aradaki boşluklarda nefes alırsın ki kendini bir sonraki dalgaya hazırlayabilesin. Böyle anlatınca zor geliyor biliyorum ama bisiklete binmek gibi, bir kere oturtunca sorun olmuyor.

?tertemiz oyunlar? radikal 2?de

“Tertemiz oyunlar, plastik kahramanlar” başlıklı yazım, geçtiğimiz pazar günkü Radikal 2’de yayınlandı. Yazının elektronik versiyonunu aşağıdaki linkten takip edebilirsiniz. http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=EklerDetay&ArticleID=895449&Date=26.08.2008&CategoryID=42 

agüero?nun şarkısı: şimdi uzaklardasın*

Alışılmışın dışında bir sistemle çok yönlü voleybolcular çıkaran Küba sisteminin doksanlı yıllarda yetiştirdiği en seçkin oyunculardan biriydi Taismary Agüero. 1996 Olimpiyatı?nı, 1998 Dünya Şampiyonası?nı ve nihayetinde 2000 Olimpiyatı?nı kazanan efsane Küba ekibinin önemli bir parçasıydı. 1998 yılında İtalya Ligi?ne transfer oldu. O kadar iyiydi ki, hayranları onun bu dünyadan olmayacağına inanmış ve ona ?uzaylı? lakabını takmıştı.

fikir adamı mavimelek?te!..

“Fikir Adamı” isimli hikâyem, MaviMelek isimli edebiyat e-dergisinin 29. sayısında yayınlandı. Dergiyi şu adresten inceleyebilirsiniz. http://www.mavimelek.com/sayi_29.htm

?tertemiz? oyunlar, plastik kahramanlar

Bir Olimpiyat’ın kahramanı genelde o Olimpiyat’ın genel havasını da belirler. Kimi zaman sürprizler oyunlara damgasını vurur, kimi zaman protest kimliği olanlar, kimi zaman da ?biyonik adam?lar öne çıkar. Örneğin Berlin, Almanlar’ın bütün çabasına rağmen Jesse Owens’la anılır. Sydney, Cathy Freeman ve aborjinlerin Olimpiyat’ıdır. 2008 ise kuşkusuz Michael Phelps’in kimliğiyle anılacak.

Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) ve Çin Halk Cumhuriyeti (ki bunlara Çin’le üretim/tüketim bazlı ilişkisi olan çokuluslu sponsorları da ekleyelim) bu oyunları düzenlerken temel amaç olarak ?protestosuz?oyunlar hedeflemişti. Özellikle ÇHC için bu oyunlar büyük riskti, çünkü başta Uluslararası Af Örgütü olmak üzere belli başlı insan hakları savunucularının Olimpiyat zamanı ülkedeki kirli çamaşırları dökeceği belliydi.

bağyan!*

Ağzımızdan burnumuzdan Olimpiyat fışkırdığı bu dönemde, daha önce söz verdiğim üzere, başka bir konudan bahsetmek istiyorum. Benden Olimpiyat yazısı bekleyenler de üzülmesin, çünkü konuyla da ucundan kenarından ilintili.

Benim tüylerimi diken diken eden, her duyduğumda düzeltme ihtiyacı hissettiğim bir kelime var, maalesef spor camiasında da epeyce fazla kullanılıyor. Evet, başlıktan kopya çektiğiniz iyi oldu, ?bayan? kelimesinden bahsediyorum. Tüm Türkçe dili içerisinde, bundan daha yanlış ve daha kötü niyetli bir kelime bulabilir miydik acaba?